…kapıyı kırıp içeri girdiğimizde, yere boylu boyunca uzanmış halde çürümüş bir ceset, onun hemen başucunda da özenle derlenip düzeltilmiş bir tomar teksir kağıdı duruyordu. Teksir topunun en üst yaprağında el yazısıyla ve büyükçe “Yazın Günler Çok Uzun”; onun biraz altında daha küçük ve eğik harflerle, “Nihat Melik Duraner” yazıyordu.
Savcı bey cenazeyi tetkik edip etrafta cinayet şüphesi uyandıracak herhangi bir emare olmadığına kanaat getirince, kemiklere yapışmış çürük etlerden ibaret cenazeyi şu turuncu poşetlerden birine koyup morga gönderdik. Nüfus kayıtlarına göre evde ikamet eden başka kimse veya mevtanın yaşayan birinci derece akrabası yoktu. Bu Nihat burada yaşayan münzevinin tekiydi belli ki. Kağıt topunun arasından rastgele bir kaç sayfaya göz gezdirince, elle yazılmış bir roman olduğunu anlayıp bıraktım. “Roman yazmış herhalde savcı bey” dedim. Savcı bey, tutanağı yazdırırken yarım ağız yanıtladı “Gayretli adammış, elle roman mı yazılır amına koyim?”.
Kapıyı kapatıp bir iki çiviyle sabitledik, yalandan da bir mühür takıp ayrıldık. Birkaç gün sonra merak edip sordurdum arkadaşlara; cenazeyi alan çıkmamış. Muhtemelen eve giden de olmayacaktı. Hazineye devrolup satışa çıkması, birinin de o dağ başındaki araziye talip olması kim bilir kaç yıl alacaktı. Ev bir kaç yıl içinde viraneye dönecek, güçlü bir rüzgarın üstünkörü kapadığımız kapıyı açıvermesiyle içeri yağmur, kar, çeşit çeşit kuş, böcek, hayvan dolacaktı.
Teksir kağıtları… Veya saman kağıtlar, ne dersen. İçeri vuran o ilk rüzgarla onlar da havalanacak, darmadağınık halde tek odalı evin zeminine yayılacaktı. Kapıdan savrulan yağmur, kışın da kar, onları tekrar hamura çevirecek; üzerlerine düşen kuş pislikleriyle karışıp bir süre sonra toprak haline geleceklerdi.
Nihat Melik Duraner’in doğumun ardından anasını kaybeden romanı, işte böyle açlıktan ölecekti.
"Yazın Günler Çok Uzun" tefrikasının tüm parçaları:
- Yazın Günler Çok Uzun
- Yazın Günler Çok Uzun 2
Yorumlar