Yıllar sonra senden geriye ne kaldı bana? Bir sızı hepsi. Bir sızı aşk mıdır? Bilmiyorum. Aslında senin hakkında ne düşüneceğimi hiç bilemiyorum. Kirpiklerinde sakladığın hüzne vurulduğum kız. Uzun sarışın bedenin o günden sonra aylarca aklımdan çıkmadı. Kasıklarımda ürpermelerle uyandım gecelerce. Yastıkları dişledim. Şehvet ve gurur o yaşta bir çocuğun kaldıramayacağı kadar yoğundu beynimde. Senden sonra önüme gelenle de yattım. Sen benim her şeyimi o gün alıp gittin, tek bir soruda.
Sınıfta bir siz bir de biz vardık. Siz şehrin en zengin mahallesinin en başarılı ilkokulundandınız. Biz nasıl olmuşsa kazanıp andolu lisesine gelmiş olanlar. Okulun ilk gününden itibaren ayrı birer gruptuk. Son gününe kadar.
Senin doğum günü partilerine giderken üstüme güzel bir şeyler giymek isterdim, yoktu. Orta okulda sevdiği kızın doğum gününe giden çocuğun üstüne giyecek güzel bir pantolonu yoktu işte ve öfkeden ne yapacağını şaşırıyordu. O öfkeye aldıran ve yanıt veren bir tek Marks’ı bulmuştu.
Sizin özel servisiniz de vardı. Sonra bir şekilde anneleriniz birbirini tanırdı. Hepsi saçlarını sarıya boyatmış, okul aile birliği üyesi kadınlar. Bir öğle tatilinde futbol oynadıktan sonra derse geç kalmıştım. Müdür yardımcısının odasına şutlamıştı hoca doğruca. Orta ikideydim. Odadan içeri ter içinde, gömleği sarkmış, göbeği pantolonun üstünde şişkince, saçları darmadağın, fermuarı açık bir çocuk girdi. Müdür yardımcısı ne bu hal diye azarlamaya başlamıştı ki odadaki diğer kadın fermuarımı kapatmamı söyledi. Sonra adımı sordu. Aaa sen o musun? Nasıl sevindiğimi unutamam. O odada bana pislik gibi davranılması hiçbir şey ifade etmiyordu benim için. Annen ismimi biliyordu benim. Ben öncesindeki iki yıl boyunca dikkatini çekmek için elimden geleni yapmıştım. Her türkçe dersinde ateşli konuşmalar yapıyor, bir sürü salakla ülkeyi kurtarmaya çalışıyor, bir sürü duygusal hikaye yazıp derslerde okuyordum. Bunları benden iyi yapabilen yoktu. Dolayısıyla dersler şov zamanıydı. Kalkar konuşur, onların beni onaylaması veya karşı çıkmasını dinlerdim sonra. Önemli olan benim söylediğimin tartışılmasıydı. İşte bunların hepsi işe yarıyordu demek. Annen benim o kir pas içindeki çocuk olmama şaşırmıştı beni tanımasının yanısıra.
Ben sensiz yapamazdım. Ve sadece yanında bulunmak yeterdi. Her şey bitecek korkusuyla seni sevdiğimi söyleyemiyordum sana. Ancak şimdi farkediyorum, sen yıllar öncesinden farkındaydın her şeyin. Her şeyi konuşurduk seninle, sevdiğin erkeklerden asla bahsetmezdin. Beni zorlamak istemiyordun. Çünkü ben de senin için vazgeçilmez olmuştum zamanla. Başka bir anlamda olsa da. Sadece bir defa, aşık olduğun oğlanın gözlerini anlattın bana. Bizim okulda olduğunu dahi bilmiyordum. Bir gün koridorda yürürken üst sınıflardan bir oğlanla göz göze geldik. Kocaman, bir çocuğun gözleri kadar iri gözler. Çok keskin ve güvenilmez bakıyordu. O olduğunu anladım. Okulun basket takımındaydı. Bu oğlan senle yaptılarını herkese anlatır, ben arkadaşlarımdan duyardım. Sonra hiçbir şey yokmuş gibi gelir yanına oturur, hayattan bahsederdik. Hayatı sikiim. Şiirdeki gibi ben sana mecburdum. Bu oyuna dur diyemiyordum.
Erkeklerin boyları daha geç uzamaya başlar, sen benden daha uzun bile olursun, diyordun. O yaşlarda parayı ve boyu aşmak imkansızdı. Voleybol milli takımındaydın. O bir iki haftalık yurt dışı maçlarında delirirdim. Geri dönünce saatlerce konuşurduk. Yine böyle bir geri dönüşün ertesinde okulun arka bahçesindeydik. Üstümüzde beyaz bulut kümeleri. Birini benim başıma benzettin, bir diğerini bir çınar ağacına. Bir şekilde patlamıştım ben ama. Sen ne salak bir burjuva romantiğiydin. Bulutun ağaca benzer yanı yoktu, bana da benzemiyordu. Sana marksist terminolojiyle sövebildiğim kadar sövmüştüm. Üstelik sıradan, pop ve aptaldın. Kıpkırmızı olmuştun. Biliyordum benim düşüncelerimi ciddiye aldığını. “Kutup kaşiflerini anlatıyorsun ya bana. Sen hiç bir zaman kutbu göremeyeceksin. Büyük yolculuklara da çıkamayacaksın. Ne olduğunu sanıyorsun sen?”. Ne olduğumu sanıyordum ben.
O andan sonra bir hiçtim. İkimiz de sinirden titriyorduk. Bir daha sen şehirden ayrılana kadar doğru dürüst konuşmadık. Sen giderken bir çay düzenlendi. Çağırmasan gelmezdim zaten. O gün yirmi dakika kadar konuşmadan dans ettik. Neden sonra Metallica çaldığını farkedince bıraktık. Parti bitiminde eve dönüyorduk. Aynı otobüse bindik. Konuşmaya başlayınca seni eve bırakmam gerekiyormuş gibi geldi. Evinin önüne geldiğimizde elimden tutup içeri soktun beni. Eşyalar paketlenmiş, boşaltılmakta olan bir ev. Kimse yoktu içeride. Bir koltuğa oturdum. Beni seviyor musun? Başımla onayladım. Soyunmaya başladın. O güne kadar bir kızın elinden bile tutmamıştım. Gözlerimin önünde inanılmaz bir kız duruyordu şimdi. Çırılçıplak. Gelip kucağıma oturdun. Öpmeye başladın. Şaşkına dönmüştüm. Biraz sonra kendime gelip sordum: Sen de beni seviyor musun? Öpmeye devam ettin. Bu sefer korkuyla ve sesim titreyerek yineledim: Sen beni seviyor musun? Dudağımdan öpmeye devam ediyordun. Kendime yalnız uzun bir öpücük için izin verdim. İçim yanıyordu. Ne deniz ne gözyaşı dudakların kadar tuzludur. Hayatımın ilk, hayatımın en acı öpüşmesi. Bana aşık değildin sen. Derdin seks bile değildi. Şevkatti. Hiçbir şey söylemedim. Seni yana itip, kalkıp gittim yalnızca. Beni böyle aşağıladığın için, bana acıdığın için hiçbir zaman bağışlamadım seni. Çıplak bedenin karanlık odamı doldurdu günlerce. Günlerce uykulardan ter içinde uyandım. Sonra iyileşti açtığın yara. Her şey etkisini yitiriyor zamanla.
Yüzlerce bulut aktı üstümüzden, sana benzeyen bana benzeyen. Yüzlerce bulut yağmur oldu pencereme çarptı. Yağmur sesinde yitirdim kutup kaşiflerinin yiğit öykülerini. Yağmur bir boya gibi söküp aldı cesaretimi uzun yolculuklara çıkacak. Yağmur düştü. Artık şekli yoktu bulutun, bulut yoktu. Bir sızı kaldı yüreğimde. Senden bana yadigâr olsun.
Yorumlar