…
Her şeyin bir sırası vardı. Anahtarın kapının kilidine sokulmasından itibaren son ışığın söndürüldüğü ana kadar. Zamanların nasıl böyle olduğunu fark ettikten sonra, böyle zamanlarda sırayı bozma oyunu oynamak gerekir.
Çaydan birkaç yudum aldıktan sonra kalkıp çayın altını kapattım. Sigara paketinde geceye yetmeyecek kadar sigara kalmıştı. Bazen nefes yerine duman almak gerekir-aslında duman için çekmek, nefes için almak fiilleri kullanılır, nefes duman ile ikame edildiğinde hangisi kullanılır– diye düşündüm. Sigaraları saydım, masa başında otururken. Cemal Süreya’nın elindeki sigara geldi aklıma. MEB ifrit oluyordur sanırım.
Anlatmak istemediğimde, anlattıklarımla, her şeyi daha anlamsız kılmayı biliyor olmama sevinmiştim. Masa başında neye sevinebilirim ki. Kalktım camdan dışarı baktım. Bakkal hâlâ açıktı. Son ekmekler hâlâ satılmamış, patates çuvalları, portakal ve salatalık kasaları içeri taşınmamıştı. Sigara külünün yere düşmesine aldırış etmedim. Boşver, gizemli bir kelime olabiliyor bazen. Umursamadığımıza inandırırız kendimizi. Güzel bir cümleydi. Güzel bir cümle kurmama sevindim. Yerel radyoların iğrenç reklam kuşaklarından nefret ederim. Az önce neler çalındığını hatırlamadığım radyoyu kapattım. Tekrar camın önüne geldim. Bakkalın ortaklarından büyük abi olan, adını bilmediğim güleç yüzlü adam içeri giriyordu. Belki de birazdan üst tarafı imzalanmış, açık faturaları kontrol edip, kasadaki parayı sayacak, eve geçip birkaç bölüm sonra yayından kaldırılacak dizisini izlemeye başlayacak. Bakkalı bazen dizi için erken kapatırlar diye bekledim uzun bir zaman. Belki, onlar da benim ışıkları niye sabaha kadar açık tuttuğumu merak edip, erken kapatacağım günü bekliyorlardır.
Ne zamandır masa üzerinde olduğunu bilmediğim kitabı rastgele açtım. Bir kitabı rastgele açtığında insan ne bulmak ister ki. Gerçeği mi, gerçeğin inkârını mı? İnkâr, ikrarın gölgesi mi diye düşünüyorum bazen. Ben, “belki” kelimesini tercih ederim. Satranç tahtasında bir piyonun tek kare ilerlemesi kadar sade ve anlamsız oluyorum böylece. Kitabı alıp tekrar mutfaktaki masaya geçtim. Çay bardağını gördüğümde bu kez, siyahla koyu kırmızı arasındaki renge geldiğinde çay, bardağın kenarı ile çay üzerinde yavaşça büyüyecek küf mantarlarını düşündüm. Daha beş altı günleri vardı.
“… Böyle bir şey olası değildir ki! Avunmuşlardır bile! Gerçek kimlikleri nerededir onların? Gerçek kimlikleri burada değildir, hep başka yerde’dir, hatta belki de hiçbir yerde…
Kadınla baş başa
Sanki üç kişiler
der Jules Laforgue Pierrot’ları için. Sofistlere;…” (Cogito, İroni, Sayı 57, Kış 2008)
Kitabı kapattım. Değişen sadece kitabın hangi masa üzerinde durduğu oldu. Bir sigara daha yaktım. Kutuyu salladığımda bir iki tane daha olduğu anlaşılıyordu. Dışarı çıkmak gerekiyor. Sofistlere ne olduğunu düşündüm. Sigaranın bitmesi daha önemliydi, bir de sıranın bozulması.
Camın önüne gittim tekrar. Bakkal kapanmıştı. İçindeki içilmemiş bir iki yudum çayın küfleneceği bardağın, dibi kül tabakası ile kaplanmış siyah küllüğün, içindeki tuzun kaç yıldır hiç azalmadığı tuzluğun, ilaç prospektüsleri ile boş kutularının olduğu masayı düşündüm. Edip Cansever’in “masası” aklıma geldi. Biten sigaranın izmaritini küllüğe bastırıp sönmeden öylece bıraktım. Sigara almak için dışarı çıktım.
…
Yorumlar