Banyodan yeni çıkmıştık. Saçları sırılsıklam. Kurutmuyormuş. Hatta ben saç kurutma makinesini fişe takınca şaşkın şaşkın baktı. Onun memleketinde hangi durumda kullanılıyorsa artık? Neyse odamdaydık işte. Ben üzerime bişeyler geçirmekle meşguldüm o da etrafa dokunuyordu. Sandalyede elini gezdirip perdeye bakıyor, arkasından ayağını halıya sürtüyordu narin narin. Bi ara bana bakıp gülümsedi bişey anlamamış gibi veya “ne kadar enteresan” der gibi. Ben babamdan aşırdığım mavi “baba” pijamasını yeni üstüme geçirmiş, salak salak onu seyrediyordum.
Görünen kısmın keşfini bitirdi heralde ki; gardrobu açtı. Askıdaki gömleklerden birinin kolunu kaldırıp baktı. Sonra askısını kaydırıp diğerine… Gözlerini kapayıp koklamaya yeltendiğinde arkasından sarılıp “elbiselerime dokunma” dedim. Yüzünde apaçık bir korkuyla “neden” diyebildi. Dedim, elbiselerime dokunma, çünkü onları her giyişimde aklıma gelmeni istemiyorum. Gülüyordum tabi. Sırtını döndü, ellerini iki yana açtı, kendini gardroba doğru bırakırken havlu da öyle kayıverdi işte. Derin bi nefes çektim, dedim “amına koyim senin”. Anlamadı tabi, sormadı da. İşte böyle abicim.
:))
Sizleri tanımış olmaktan çok mutluyum.
Sevgiyle…