Gece boyunca çimlerin ıslaklığında parladı durdu koca bir ay. Gümüş bir pırıltının içinde ağaç dallarının çıtırtısını dinledik. Ateşin başında daha da büyüdü gözlerimiz. Korkunç ifadelere büründü. Başıyla uzaktaki köyü gösterdi: “Buğday başakları gibidirler, aynı rüzgarla dalgalanır, aynı yöne eğilirler. Vakti gelince tohumları toprağa düşer, vakti gelince kurur ölürler. Yavruları tıpkı buğday başakları gibidir. Tohumları toprağa düşer, sonra kurur ölürler. Yüzlerce yıl, binlerce yıl.” Kederli ve büyük bir ânın geldiğini hissettik, sustuk. Ayaz gecenin içine utangaç bir çocuk gibi sessiz ve yanakları kızarmış geldi sabah. Sabahı uyandırdık. Yüreklendirdik. Tozlu sarı bir köpeği vardı çobanın. Sanki bu köy kurulduğundan beri böyle oturuyordu.…
Yorum BırakSeries: Patika
Bir çobanın hikayesi
“Kırk yıl” dedi çoban. “Kırk yıl kırk kuşak koyun güttüm bu çayırda. Kırk yıl boyunca bir tanesi şu patikadan sapmadı, yolunu şaşırmadı. Ahıldan çayıra, çayırdan ahıla. İşte şu gördüğün benim ellerim. Hepsi ellerimde doğdu, aynı ellerle kendim kestim çoğunu, bu ellerle yüzdüm postunu. Bu sessiz, taze sabaha aldanma. Huzur bulmadım. Geçmedi elime hiçbir şey, yıldan yıla patikada ufalan taşlar ve gökte solmuş yorgun bir güneşten başka.” Kalktı ayağa ve gözleri çok uzakta korkunç bir manzaraya bakar gibi büyümüş, yutkundu. “Bir koyun gibi yaşayıp bir koyun gibi ölmek istemiyorum. Bu köyün kırkıncı çobanı olmak istemiyorum.” Ve yürüyüp gitti kendi kendini güden…
Yorum BırakKendini hiçbir yere ait hissetmeyen adam, nerede kayboldun? Hangi sevgilide, hangi köşe başında? Giz dediğin açtıkça sıradanlaşır, ne yazık. Küçük, ince bir dereyi takip etti çoban. Tarlalar geçti tek bir insana rastlamadan. Sonbaharda toprağın nemli, güzel kokusunu içine çekti. Bir kuytuda bitli uyuz bir ite denk geldi. Ölmek için kimsenin olmadığı bu ağaçlığı seçmiş gibiydi, ilişmedi. Gökyüzünden beyaz bulutlar akıp geçti. Güzel bir mavi, güzel bir beyaz. Suyun şırıltısını dinledi. Yalnızca akıyordu ve yumuşacık bir selam verip taşlara, ağaçlara; yolunu arıyordu. Mutluydu derecik, yalnızca akıyordu. Çok geçmeden evler kara sinekler gibi konmaya başladı kenarına. Bunlar köyden çok, keyif için bahçeli…
Yorum BırakUzakta bir barda insanlığın en güzel duası için dönüyordu bir plak. Imagine. Tarihin en eski, en soylu dileği, kırılgan bir erkek ağzından gökyüzüne yükseliyordu. Çoban tepeden aşağı kendini bırakmış, dar ve karanlık sokaklar arasından şehir merkezine kendiliğinden iniyordu. Yalnızdı ve kendinden başka düş kuran yokmuş gibi karaydı insan suratları. Zenginler ve yoksullar hep ayrı mahallelerde yaşadı. Herhalde her ikisi de böyle daha rahat etti. Yollar genişledi. Sokak lambaları yanıyordu şimdi. Birbirine sarılmış kadın ve erkekler gördü. Ellerinde dondurma, şımarık oğlan çocukları. Yürüdü. Sokaklar aydınlandıkça neşelendi insan yüzleri, yumuşadı. Müzik çalındı kulağına. Biraz sonra döner ekmek kokusu. Kumpir üç milyon. Tam…
Yorum BırakEy kısır gerçek Kasıklarından hayat suyu çekilmiş senin Hayaların kesilmiş, rahmin zehirli Soyun kurusun Gün yüzü görme Dost diye sarılanı sırtından bıçaklayan Aklımıza vurulmuş bir yüksün Nereye kadar taşır seni insan bir beygir gibi, Yorulmaz mı? Kibir ve kahır yükledin ruhlarımıza Kanat açıp uçmak istedik hep oysa Sonsuz mavi bir göğün en güzel kuşunu vurdun Kendinden başkasına tahammül edemeyen Öyle kıskançsın, bir başına kaldın Şüphe ve kararsızlık içinde kötürüm Sen gelince sesimiz kısılır, Bakışlarımız dalgın Ey gerçek, Senin karanlık yüzüne baktım Kuytularda saklanan bir korkaksın
Yorum BırakAç, yalnız ve kederli yürüdü yollarda. Köyüne geri dönmüyorsa kendine duyduğu saygıdan. Bir de büyük bir şehre girer girmez hayatı kontrol edemiyeceğin duygusunun verdiği keyifli umut vardı. Ayakları nereye götürürse… Kendinden gizlediği bir çöküş isteğiyle. En dibe varan artık neden korkar? En alttaysan kendin olmamak için bahanen kalır mı? Düşündü ki, sokakta yatan ve karnı aç olan ve tanıdığı tek bir allahın kulu olmayan bir adam bile uyum göstermeye çalışır diğerlerine, kısmen de olsa. En altta olmak için toprağa mı girmek lazım? Hiç bir şeye sahip olmayanın özgürlüğü… Ölüler özgür müdür? Alışkın adımlarla namaz vakti bir camiye… Tüm bahçesi beyaz…
Yorum Bırak1944 yılının yaz ayları açık mavi, duru bir gökyüzüyle geldi. Savaş bitmek üzereydi ve rüzgarın sakin, ılık esintisi umut çağının gelişini haber veriyordu. İnsan Gemlik’teki o eski köşkün serin bahçesinde akşam üzeri oturup limonatasını yudumlarken dünyanın böyle değişeceğini nasıl düşünebilirdi. Lale Hanım hayattaki tek akrabasının evine bir akşam üzeri vardı. Arka bahçeden gelen alaturka bir plak sesine yöneldi. Köhne yalının tenha taşlarında dolaştı. Teyzesi ak saçlı, uzun siyah tek parça bir elbise giymiş, üstüne beyaz dantel örtülü bir masanın başına oturmuştu. Nalan Hanım ellerinde tahta bavullar, karnı taşıdığı çocukların yüküyle şişmiş genç kadına baktı. Yıllar önce çocukken gördüğü yeğeni, hamileliğin…
Yorum BırakNalan Hanım endişenin kırıştırdığı sert gözlerle Lale’yi süzdü. “Gel canım”. Ağlayan genç kadının koluna girdi. Üst kata çıktılar. Lale kendini tıpkı çocukluğunda olduğu gibi teyzesine teslim etti. Böcekle dolu bir odaya yeniden girmiyormuş gibi. Nalan Hanım sert bir sesle bağırdı: Çekilin. Yerdeki karaltı yatağa giden bir boşluk araladı. Lale kanamaya devam ediyordu. Yatağa bıraktığında titrediğini farketti yaşlı kadın, elini alnına bastırdı. Ateşi yükselmişti. İşaret parmağını tehdit eder gibi savurarak yerde duyargalarını yatağa çevirmiş hamam böceklerine çıkıştı: Sakın yaklaşmayın, ne hale getirmişsiniz kızcağızı. Banyodan soğuk su ve havlu getirdi. Gecenin bu saatinde yardım isteyebileceği hiç kimse yoktu. Lalenin alnına, boynuna, bileklerine…
Yorum BırakMerhamet, o hep övülen. Vakti geldiğinde öldürme kararının önüne geçen. Merhamet iyi midir gerçekten? “Merhamet et”. Bir insan sana yalvardığında içinde sızlayan ne? Ve bilgelik, hayatı istediğimiz gibi algılama keyfiyeti. İşleri kafamızda yerli yerine oturtmanın adı. Sen kimsin ki merhamet gösteriyorsun, bilgece davranıyorsun. Sen kimsin ki binlerce olayı, hayatındaki milyarlarca anı yorumluyorsun? Ne hakla? Bütün düşünceler, bütün derin görüşler bir hakaret değil mi, hayatı hafife almak değil mi? Peygamberler gaddar olmak zorunda değil mi? Belki en zor olan kısmı. Merhametten ölmesine izin verilmemiş ve bilgelikle boğulmuş, doğamamış çocuklar taşıdı karnında Lale Hanım. Daha hasta yatağında kocası Rıfat beyin öldüğünü biliyordu.…
Yorum BırakÇoban dar sokaklar arasından kıvrılarak bir tepeyi tırmandı. Kaldırıma oturmuş bir grup genç ellerinde kahverengi bira şişeleri, konuşmalarını kesip süzdüler. Selam verdi, selam aldı. Sorunsuz geçti yanlarından. Adam yerine konduklarını hissettiler herhalde. Üfürükçüye hocaya inanmazdı çoban. Henüz budistler, medyumlar, doğal hayat uzmanları köyüne ulaşmamıştı. Henüz islam yeterliydi köyde bu ihtiyaçları karşılamaya. Bu yüzden reenkarnasyon, parapsikoloji falan henüz bir fikri yoktu. Dokuz on yaşlarındaki halini hatırladı. Köyde bakkal duvarını, köyün tek bakkalının kerpiç duvarını delip bir gece içerde ne varsa çalmışlardı. İlçede meşhur bir hoca vardı. Hırsız kimse, mallar neredeyse şıp diye bilen ak sakallı yaşlı bir adam. Hoca iki çocuk…
Yorum BırakKafasının içinde huysuz bir kız çocuğunun sesi yankılandı: – Tanrılar pişman olur mu? Melekler, hayvanlar? İnsandır pişman olan. Ne yana baksam pişmanlık dolu. Kaç hayat gerek sana? Pişman olmamak için kaç başlangıç? Bir oğlan katıldı konuşmaya: – Pişmanlıktan ibaretsin. Ne yaparsan, ne düşünürsen, ne söylersen söyle. Yapma, düşünme, söyleme. Yine pişman olursun. İçinde sızlayıp duran bir yara kalır mutlaka. Senin güçsüz yanındır, vicdan ve ahlak. – Her şeyi yapmakta özgürdür insan. Yeter ki kölelikten sıkılsın. Ve özgür bıraktığında kendini bunu yaptığına da pişman olacak. – Boğum boğum birbirine sarılmış ve açlıktan birbirini yiyen birer yılandır kafanın içinde hayvan, insan, annen,…
Yorum BırakGece boyu garip rüyalar gördü çoban, kavga eden insan sesleri duyuncaya dek. Derin bir uykunun dibindeydi az önce. Ve insan suratları ne kadar hayvansıdır uyurken. Uyurken güzel görünen bir insanı sevmemek ne kadar zor. Bir masal ülkesine kaçan her gece. Bazıları daha ilk görüşte kutsanmış gibidir. Uzatılmış bir masumiyet. Güzel uyurlar. Çoban açık ağzı, gevşek ve ağır bedeniyle bir hayvan gibi uyurdu. Önce uzak bir yerden geliyordu ses sonra ayıldıkça yaklaştı anlam kazandı. Üç kişiydiler. Pazarlık ediyorlardı. Kadın iki kişi için fiyatı indirmeye razı değildi. Adamlardan birinin sesi gittikçe yükseldi. Sonunda cebinden bir sustalı çıkarıp kadının boğazına dayayıverdi. -Yat amına…
Yorum BırakEvden atıldığı günden beri böyle yürür, sarhoş gibi. Meçhul köpek Moşe. Bit torbası, kemik çuvalı Moşe. Sarıdır tüyleri, kuyruğu sarkık ve burnundan eksik olmaz hiç mavi yeşil bir sıvı. Yalpalayarak yürür. Her gece bu köşeye gelip kuyruğunu sıkıştırır, ard ayakları üstüne oturur. Evin kalın güneşlikleri akşam olunca çekilir, içeriden sıcacık bir ışık yayılır. Tanıdık kokular çalınır burnuna. Bebekliğini hatırlar. Tatlı köpecik. Genç bir kadının sıcak ellerinde huzur bulduğunu anımsar. Kucağında uyuya kaldığını. Karnı acıktığında yemek bulabildiği günler. Fakat en çok sıcacık ellerin vücudunda dolaştığı o güzelim dostluğu özler. Dayak da yedi Moşe, yemedi değil. Bir türlü nereye işeyeceğini öğrenemedi fakat.…
Yorum BırakSabaha karşı nasıl da diner deniz, buğulu süt gibi. Elleri kana bulanmış çoban iskeleye vardı. Kayıkların sakin salınmasına daldı. Nemli tahtalardan gelen iniltiler sabaha karıştı. Çoban insan kanının koyun kanına ne kadar benzediğine şaştı. Adam öldürmenin ne kadar kolay olduğunu farketti aniden, koyun keser gibi. Bunu daha önce neden düşünmediğine şaştı sonra. Ilık kan. üstünde yine öyle pis kokuyordu. İskeleye yatıp ellerini tuzlu suya daldırdı. Deniz çalkalandı. Denizin kanı sevdiğini gördü hayretle. Suyu avuçlarına alıp yüzüne çarptı. Acı pis bir koku. İyot ve gaz yağı. Yakınlarda bir bekçi kulübesinden radyonun sesini duydu. Kanalları değiştiriyordu içerideki. Hüzünlü bir keman sesini geçip…
Yorum BırakBir çocuk daha doğuyordu o an. Bir adam bir kadına daha aşık oluyordu. Birileri ölmekteydi. Bir ağaç yeniden çiçek açıyordu. Erik reçelinin üstüne bir sinek daha konuyordu.Koşarken kırıldı bir ayakkabının topuğu. Bir vitrin camını indirdi bir ayyaş. Bir sigaranın ucu yandı, korna çaldı bir minibüs, bir soluk daha aldı. O an çok yükseklerde bir jet sessiz süzüldü, gökyüzüne bir çizik daha attı. Çaydanlıkta su kaynamaya başlamıştı. Pencereden yüzüne vurdu ışık. Tam alnının ortasında sıcaklığını duydu. Ansızın bir hayat hikayesi olmadığını farketti. Kimsenin hayat hikayesi yoktur. Ne garip bir düşünceydi hayatınının ana karakterlerinden biri sanmak kendini. Adı konmamış bir hastalıktı bu.…
Yorum Bırak