Rüzgarla uçusan bir kağıt mendilin ardından caddenin ortasına atlayıvermişti. Bir anda trafik tıkandı. Mendili yakaladı, cebine attı. Mutluydu. Şakşak İbo. Mahallenin delisi. Sürekli el çırparak gezdigi için Şakşak İbo derler. Yaşlanmaya başladı artık, saçları ağardı. Küçükken etrafinda çemberler çizer el çırpardık ”Şakşaak İbo Şakşaaak İbo”. Ağzı köpürür bizi kovalamaya başlardı. Kaçıp apartman kapısını kapayıverirdik. Gelip çılgınca kapının camlarını yumruklar, bazen çatlatır, yabanıl çığlıklar atıp giderdi.
Apartmanda bir de Bilgün Abla vardı. Bu deliye çok iyi davranırdı. Abla dediğime bakmayın o zamanlar otuzlarındaydı. O kadar güzel bir kadındı ki kimsenin dili teyze demeye varmazdı. Uzun dalgalı saçları, askılı elbiseleriyle sokaktan geçerken oyunumuz yarım kalırdı. Onun bronzlaşmış omuzları ilk düşler, ilk aşk. Gençken çok daha güzelmiş. Göreni afallatırmış. Bir de hayırsız kocası vardı, alkolik, nefret ederdim.
Bir ikindi vakti sokağa oynamaya çıkıyordum. Bizim daire en üst kattaydı. Bilgün Abla’nınki iki kat aşağıda. Merdivenlerden iniyordum. Bilgün ablanın konustuğunu duydum apartman koridorunda. “Havalar soğumaya başladı artık bak bu ceket sana iyi gelecek. Sıcak tutar”. Kafamı uzattım. Yukardan beni görmeleri mümkün değildi. Bilgün Abla Şakşak İbo’nun sırtına bir ceket geçirmiş sırtını sıvazlıyordu. “Dur sana sıcak bir şey getireyim”. Bir bardak çay verdi adama, yanında poğaça. Poğaçayı yerken çayı yere döktü Şakşak İbo. Bir bardak daha getirdi kadın. Bu sefer isteyerek boşalttı bardağı. Ve bir bardak daha geldi. Elini çırpmaya karar vermişti fakat ibo. Bu sefer o tertemiz ceket batmıştı. Kadın kızmıştı ve son derece sert sözlerle azarlamaya başladı İbo’yu. “Defol git, ne uğraşıyorum seninle”. İşte bu anda İbo kafasını kadının omzuna koyuverdi ve anasının memesini arayan kör bir köpek yavrusu gibi vıyaklamaya başladı. Ancak bir hayvan yavrusundan çıkabilecek sesler çıkarıyordu. Kadın adamın çamur içindeki kafasını okşadı. Ağladığını duyabiliyordum. O an çok özel bir ana tanık olduğumu farkettim.
İbo gençliginde askeri okulda okuyormuş. Seksen öncesi dönemde siyasal bir tartışmada yatakhanenin penceresinden aşağı atmışlar. O düşüşten sonra böyle oldu derlerdi. Bir de çok yakışıklı olduğu anlatılırdı. Buna insanın inanası gelmiyordu hiç. Çelimsiz, kir pas içinde, ağzından salyalar akan bir adam. Çakı gibi delikanlıydı diye anlatırlar fakat. Üniformasıyla yaz tatili için dönüşü bir olaymış o zamanlar. Onu bir keresinde çıplak da görmüştüm ben. Çeşmelerinden sıcak su akan bir cami avlusunda, lapa lapa kar yağan bir kış günü soyunmuş çeşmelerin altına yatıvermişti. Dört beş çeşmeden dökülen sıcak su o karlı havada çıplak bedenin üstünde tütüyordu. Hastalanmazdı hiç. Hâlâ da yaşıyor, ailesi bodrumda yatırıp hiç ilgilenmese de. Yemek, giyecek bile vermezdi ailesi. Yalnızca tek katlı bir evin kapısı sürekli açık bir bodrumu. Ağzı yüzü kan içinde, çıbanlar yaralarla dolu bir adam bu kapıdan içeri süzülüverirdi en olmadık saatlerde.
İşte Bilgün Abla’nın bu adamı öyle okşamış olması çıldırtmıştı beni. Artık Deli İbo’yu ne zaman görsem çevresinde dönüyor, yanımdakileri de ayartıp çılgına çeviriyordum. Alkış seslerini duyunca ulumaya başlıyor peşimizden garip sesler çıkararak kovalıyordu. Fakat artık apatman kapısının önünden çıkınca ben de çıkıyor, adamı sapanla taşa tutuyordum. Artık kim önce yorulursa. Saatlerce uğraşır bir türlü başedemezdi benle. Vücudunda taşla, telden yapılmış mermilerle bir sürü yara açardım. Acıdan çığlıklar atar, o çığlık attıkça ben Bilgün Abla’yı düşünür daha da hırslanırdım. Ertesi gün beni yolda görse hiçbir şey hatırlamazdı.
Yıllar sonra annemden öğrendim Bilgün Abla’nın ilk nişanlısıymış. Nişanlandıktan bir hafta sonra yatakhanenin üçüncü katından atılmış. O günden sonra yıllarca Bilgün Abla kimseyle evlenmemiş. İyileşir diye beklemiş. Sonunda o dünyalar güzeli kız önüne çıkan ilk erkekle evlenivermiş bir gün. Dikkatlice baktım İbo’nun vücuduna. O zaman açtığım yaralar kapanmış şimdi.
Yorumlar