İlk şaşkınlığı üzerimden atıp “yaşıyorum, hayırdır?” yazdım. Aradan iki dakika geçti geçmedi yeni bir mesaj geldi: “Bugün eşyaları yerleştirirken telefon rehberimi buldum. Kurcalarken numaranı görünce bir yoklayayım dedim”.
Cevabı yazmaya başlayınca, baktım uzayacak, aramak daha akıllıca geldi. Nefes nefese ama gülerek “Sıkıldın de mi yazarken?” diye açtı telefonu. Güldüm. “Hayırdır, niye nefes nefesesin?” soruma “Eşya yerleştiriyorum” diye cevap verince ikinci kez gülümsedim.
“Gül gül, yine taşındım evet”
“İyi etmişsin, nereye taşındın?”
“Ankara’ya”
“Hadi canım! E Hoşgeldin o zaman, iyi etmişsin”
“Bakıcaz artık iyi mi ettim kötü mü…”
“Cemal süreya neden beni hatırlattı?”
“Ya nası hatırlamazsın? Şu senin Cebeci’deki eve ilk geldiğim gün masandaki Emanuelle cd’sini görmüştüm ya” deyince hatırladım. Gözümün önüne o gün geldi. Karlı, buz gibi bir ocak günüydü. Apartmanın önündeki iki metrelik fayanslı girişi, kol kola, ufak adımlarla zar zor geçebilmiştik. İki elektrik sobasından başka ısıtma sistemi olmayan eve girince, ben üstümü çıkarmadan, çay demlemek için mutfağa dalmıştım. O da tam odama girmişti ki içeriden sesini duymuştum:
“Cemal Süreya dokuz yüz yetmiş sekizde Kültür Bakanlığı’nın bilmem ne danışma kuruluna giriyor”
“Ee nerden çıktı şimdi bu?”
“Herhalde o günlerdedir… Bu Emanuelle filminin gösterime girmesi davalık oluyor, danıştay’a kadar gidiyor iş” deyince ben kıpkırmızı olmuştum. “Ooh bütün seri var maşallah” diyip beni yerin daha da dibine sokmuş, sonra devam etmişti gülerek, “işte Danıştay Cemal Süreya’yı bilirkişi seçiyor, o da filmin gösterime girmesi yönünde yazıyor raporunu” deyince “ben de ondan merak edip aldım işte” diye inlemiştim mutfaktan. Ne güzel bir kahkahası vardı.
“Hatırladım şimdi” dedim. Gülüştük. “Cemal Süreya da bıyık altından güldü gözgöze gelince” dedi. “Hala bitiremedim yahu ben bu Sevda Sözleri’ni, yıllardır masamda herhalde. Sen nasılsın?”. Önce biraz sessiz kaldım, sonra toparlanıp “fena değil, öğlen terkedildim işte” deyince yıllardır duymadığım o güzel kahkahasını patlatıverdi. “Oha” dedi, “bu kadar olur. Geçen hafta da benim başıma geldi aynısı”.
Evi yerleştirir yerleştirmez görüşmek üzere sözleşip kapattık telefonu. Gözlerimi kapayıp koltukta hafifçe öne kayarak bacaklarımı sehpaya uzattım, oracıkta sızıp kalmak ümidiyle. Gözlerimi kapattıktan sonra cerenle olan konuşmamızın kafamın içindeki yankılanışı yerini yine Zeynep’e bıraktı. Yalnızca birkaç dakika sonra da telefon konuşmasından önceki halime dönüverdim. Gidişi yeniden gözümde canlanıyordu. Ayakkabısının bağcıklarının rengi, bakışları, apartmandan çıkıp durağa yürürkenki kararlılığı… Boynumdan başımın arkasına yayılan, sonra kulaklarımı ve tüm beynimi kaplayan yanma hissiyle o an tanıştım. Dayanılmaz bir ateş içinde yanıyor bir yandan da sebebini bilmediğim bir titremeyle kasılıyordum. Birkaç kere yüzümü yıkasam da kâr etmedi. Telefonu defalarca elime alıp geri bıraktım. Mantığım beni bir yere, duygularım diğer yöne çekiyordu. Bir ara yığılıp kaldım. Saniyeler sonra kendime geldiğimde evden çıkmaya karar verdim. Daha doğrusu kontrolü, beynimin o güne kadar hiç devreye girmemiş bir kısmı devraldı. Benim düşünmeme müsaade etmeden ayakkabılarımı giydirdi, üzerime bir mont verip yeniden sokağa yolladı.
"Payanda" tefrikasının tüm parçaları:
Yorumlar