Gece boyunca çimlerin ıslaklığında parladı durdu koca bir ay. Gümüş bir pırıltının içinde ağaç dallarının çıtırtısını dinledik. Ateşin başında daha da büyüdü gözlerimiz. Korkunç ifadelere büründü. Başıyla uzaktaki köyü gösterdi: “Buğday başakları gibidirler, aynı rüzgarla dalgalanır, aynı yöne eğilirler. Vakti gelince tohumları toprağa düşer, vakti gelince kurur ölürler. Yavruları tıpkı buğday başakları gibidir. Tohumları toprağa düşer, sonra kurur ölürler. Yüzlerce yıl, binlerce yıl.” Kederli ve büyük bir ânın geldiğini hissettik, sustuk. Ayaz gecenin içine utangaç bir çocuk gibi sessiz ve yanakları kızarmış geldi sabah. Sabahı uyandırdık. Yüreklendirdik.
Tozlu sarı bir köpeği vardı çobanın. Sanki bu köy kurulduğundan beri böyle oturuyordu. Böyle dalgın, böyle bilgeydi hep. Çoban çıkınından ekmek, peynir ve domates çıkardı. Çakısıyla dilimledi. Bir torbanın ağzındaki bağı gevşetti. İri esmer parmaklarında bir tutam tuz. Gösterdi bize. “Bu acı, bu keskin tat nasıl olur da lezzet verir her yiyeceğe? Neden aranır durur insan bir tutam tuz olmayınca? Şu köye bak, evleri çamurdandır; tasları, testileri, fırınları çamurdan. İnsan çamurdan yoğrulmuştur, taştan topraktan. Toprağı deşmesen neyle yaparsın onca yolu, uçağı, eşyayı? Anamız topraktır, rahmi kızıl bir kor. Süttür bu bir tutam tuz. Acı sütü dünyanın, emziriyor bizi.”
"Patika" tefrikasının tüm parçaları:
Yorumlar