İçeriğe geç →

SYKLMLR Yazılar

YAKIN GÖZLÜĞÜ

söylemedikçe çürüyor insan… bir tanım daha ekleniyor hayata, bir başka hesap daha. bildiği tüm doğrular, düzlemler eğri büğrü oluyor bir anda. aklına gelen saçmasapan şeyler bile, onun yerine anlatsın istiyor, bir anlama gelsin kendi başına; yaprak hışırdaması, rüzgârın durulması, vesaire, vesaire… insan en çok insandan korkar. insan en çok, insana anlatmaktan. anlattıkça, dengesini bozmaktan… ama söylemedikçe de çürüyor insan… kanser, verem, böyle böyle oluyor…

Tek Yorum

ERİK SATİE / GYMNOPEDİE 3

Başta mütereddit ve kaybolmuşuz. Bir kumsala varmışız nihayet. Az önce yağmur yağmış. Gökte asılı su zerreleri, gökkuşağı, kara kuşlar. Nihayet. Nihayet derin bir soluk çekmişiz, meğer nasıl da kararmış dünyamız. Korku ve öfkeni bastırmakla geçen zamanlar hep yalanmış, hiç yokmuş. Sen değilmişsin meğer, bastırdığın hep başkasıymış. Yokluğun içinde sevdiklerin bi tek sana ait olan, sen olan. Ve ne garip, kibirden kurtulunca ancak sevgiden ibaret olduğunu görmen, sevgiden ibaret olman, teslim olman. Nihayet bu yağmur sonrası kumsala ermişiz, bir rahatlık. Edeb, her yerde olan güzelliği kendimize ayırdığımız kısımmış, ses verip de ışır gibi, sessizlikten içeri.

Tek Yorum

İNŞAAT KÖŞELERİ

Paslanmış bir annedir bu kuytu inşaat.Birbirini zehirleyen ve kustuklarıyla besleyen, zehirli bir yarasa kardeşliği yaşar burada.Nemli ve karanlık köşelerde variller, yerlerde çiviler, henüz çerçevesi takılmamış, sıvasız tuğla pencereden dünyaya bakmak, karanlık bir mağarada baş aşağı tutunmuş yarasalar gibi zamana asılmış, boşvermiş.İnşaat bir bataklık gibi çeker çocuğu, zamanı ve her şeyi yavaşlatarak, dünyadan beklentilerini eksilterek.Sanki inşaatın çocukları bilirler, bu durgunluk bozulmak zorundadır, hayatları sarsılacaktır.İnşaat köşelerinde bilmem nedir çeken bizi, bazen tinerci bir çocuk, bazen uslu bir öğrenci, bazen bir şeker için bile kandırıldığımız söylenir.Kocaman, karanlık ve yarın içinde mutlu aileler yaşaması umud edilen bu boş, çakıl ve çimento yığılmış uğuldayan koridorlarıyla,…

Yorum Bırak

ERİK SATİE / GYMNOPEDİE 2

Karanlık kumaşını sessizliğin kesiyorsun, küçük karanlık adamlar biçip sokaklara salarak. Acıyla geziyor adamcıklar, insan olamamışlığın yoğun hüznü, sahibine aşık bir kedinin insan olmayı hüzünle dilemesi gibi. Sokaklarda yürüyor karanlık adamcıklar, biranelerin, hastanelerin, mezarların önünde tükürüp hırsla, insan olmayı dileyerek. Küçük karanlık adamlar insan olmak nedir tam kestiremeseler de özeniyorlar. En çok da güzel bir kızın beline sarılmış bir erkek gördüklerinde insan olmayı diliyorlar. İşte böyle garip bir pinokyo öyküsü. Hüzünlü bir masalın en hüzünlü yanı nedir? Masalın bitmesidir. Masal biter ve hayatın gerçek aydınlığı sizi içine çektikçe o masalın bütün kahramanları birer birer ölmeye başlar. Özlersiniz. Belki karlar ülkesindeydiniz… Erir……

Yorum Bırak

Ayna

aksine müdrik oldu, yad bildi aksi gibi.

Yorum Bırak

ERİK SATİE / GYMNOPEDİE 1

Sessizliği bölerek, keserek, elinizde altın bir makasla şekilden şekile parçalayabilirsiniz. Sessizlik güçlü bir akım halinde her yerdedir, bol bulunur, ücretsizdir. Sessizlik toprak gibidir, her yerde, sıradan, değersiz ve çok değerli. Sanki asıl sorun nasıl karşı koyduğunuzdur, sessizliği nasıl böldüğünüz müziktir, uzun kara kadife bir kumaşı keser gibi notalara basar Satie. Sessizlik her yerde her an bekler. Vakti gelince her şeyi ezmek için bekler. Müzik onun üstünde yükselse de bir anda yutup yok eder. Satie’nin notaları rahatlıkla ard arda sıralanır. Her biri için düşünülmüştür, her biri ölçülüp biçilmiştir, ne kadar kendiliğinden görünse de. Hayatlarımız da müziğe benzer, önü ve arkası sessizliktir.…

Yorum Bırak

Çekim

Her varlık benzerine yaklaşır.

Yorum Bırak

İMAMLA HASBIHAL

ben ne zaman, dedi, bu kafaya gelsem, bir garip oluyorum ismet! gömdüğüm tüm çocuklar ağlamaya başlıyor. içim, ismet, içim parçalanıyor…

Yorum Bırak

BEYAZLAR İÇİNDE

öyle beyazdın ki sen anlatamam. içinden insan geçiyordu, bulutlar geçiyordu içinden. ağustos gecesinin sıcağı geçiyordu, saat de aksi gibi, biri beş geçiyordu. tutar yine hesabını yaparsın. kaç yemin ettin bugüne kadar, kaç kişiye söz verdin cumartesi gecesi için, otobüse yetişmek için kaç dakika erken çıktın evinden, kaç zamandır sürüyor zamanla sohbetlerin? ömrüne kaç gün eklersen, kaç sigara eksilir hayatından? gecenin bir yarısı olmuş, sokağa çıkmışsın, atlamışsın bir taksiye, sakin, demişsin, sakin bir yer. cinayet mahâllerini arar gibi, ıssız sokaklara girip çıkmışsın saatlerce. biri çıkar da dalaşır diye, yaka paça girersiniz birbirinize diye umut etmişsin. yara bere içindeki günlerini böyle temizlemek…

Yorum Bırak

KELİMELER

çok yürüdüm, yorgun düştüm, başka bir yol aradım… nereye kaçacağımı bilemedim, canım sıkıldı… yalnızlığıma denk geldi yine, üşüştüler başıma… kelimeler… kelimeler kadar zalimini görmedim… yalnızlığıma denk geldi, yazmayabilemedim.

Yorum Bırak

HADİ BUYUR

“sana böylesine uzak biri, nasıl bu kadar önem taşıyabilir senin için? saçma.” bir önemi saçma kılan, şiddeti midir; yoksa şiddeti “zaten” mi saçmalığından?

Tek Yorum

Bİ DAHA HİÇ ON YEDİ OLMADIN

Bi daha hiç on yedi olmadın. Gözlerin yaşla doldu, yüzün kızardı ama kimden utandığını bilmiyorum, bizden mi kendinden mi? Bir mesafeyi algıladın, belki hayatınla ilgili imkansız bir şeyi farkeden bir çocukcağızdın o anda. Sıraselviler’de yokuşu yavaş yavaş tırmanan elinde asasıyla bir derviş vardı, üstüne nur değil neon ışıkları düşmüş. Dervişe selam verdin, üstü başı yırtık, kara bir palto. Başladı doğrudan anlatmaya, on altı yıldır beslediği bir köpek varmış, arabanın altında kalıp ezilmiş. “hiç yanlış yapmadı bana”, böyle dedi derviş amca, on altı yıl boyunca hiç yanlış yapmamış köpecik ona. Elinde çuval boyutlarında koca bir çöp torbası köşe başlarına, çöp tenekelerinin…

Yorum Bırak

UĞURLAMA

sana ben, sahipsiz plaklardan hüzzamlar dinletirdim, okunmamış kitaplardan paragraflarım vardı… kapanmış sayfalara dipnotlar düşecektim, yakılmış mektuplarda satır başlarım vardı… adresler olacaktım arka yaka semtlerde, küsülmüş şehirlerde yalnızlıklarım vardı… uçulmuş kanatlardan kuşlar derleyecektim, açılmış gökyüzünde güneşe yollar vardı… çocuksu kaygılardan düş çalardım sana ben sabahı sarmalayan uyanışlar da vardı. sana dair çiçekler sulamıştım…

Yorum Bırak

SANA DOĞRU

uyandığımda, yol kenarında, yara bere içinde buldum kendimi. ağrılara bakılırsa çok yüksekten düşmüştüm bu sefer. birkaç dakikada ancak doğrulabildim. üzerimdeki tozu toprağı çırptım önce. çok susamıştım, güneş tepedeydi, yorgunluktan ölüyordum. gözümü yola dikip gülümsedim. hatırlıyordum… kestirmeden gelmek isterken kayboluşumu, “buradan düşen iflah olmaz.” diye düşünürken arkamdan gelen kanat sesiyle irkilişimi, ayağımın altından kayıp yukarı doğru sürüklenen tepeyi, yukarıdan bana yazıklı gözlerle bakan yaşlı kargayı, ayağa kalkıp şuursuzca -kim bilir ne kadar- ilerledikten sonra, tekrar tepeye bakıp, ağız dolusu bir küfür patlatacakken tam, kararan gözlerimi… * * * bu çöl hikâyesi sayfalarca anlatılabilirdi aslında. ama özü şudur bu sözün: bir kitaba…

4 Yorum