-hiç uğruna kahvede otururken mağdurun üzerine yürümüş elinde silahla “seni öldürürüm” diyerek. kahvedekiler araya girip almış elinden silahı. şimdi biz biliriz ki; kişi dış dünyada ne kadar değişiklik meydana getirdiyse hepsinden ayrı ayrı sorumludur. her sonuç ayrı bir suçtur. dolayısıyla adam “elinde silahla seni öldürürüm diyerek” hem silahla tehdit, adamın üzerine yürüyerek de yaralamaya teşebbüs suçunu işlemiştir. her sonucundan sorumlusundur. -gerçek öyle gözüküyor, evet. fakat tehdit suçu en temelde: “bir başkasını.. vücuduna..yönelik saldırı gerçekleştireceğinden bahisle” yapılması halinde oluşur. bu haliyle adamın ileriye yönelik “saldırı gerçekleştirme” fikrini ortaya koyma gibi bir durumu da zamanı da yok . çünkü adam “seni öldürürüm”…
Yorum BırakSYKLMLR Yazılar
söylenecekler söylenmiş, raconlar kesilmiş, hesaplar kapanmıştır. anlatılacak, “ anlam” lara kavuşturulacak bir şey kalmamıştır artık. hiçbir şey… değil mi ki “söyleyecek bir şeyi olmadığı halde birini aramışsınız” o zaman olmuşsunuzdur. beklemiş, kalmışsınızdır. öngördükleriniz, yaşadığınız yerin ufkunun ötesinde belki, bir bir önünüzden geçerken ve gösterirlerken kendilerini, biadlar mı neydi, yoksa bağıtlar mı bozuldu, bir şey görmüşsünüz, ilk şey görmüşsünüzdür. hiç’den bir piç’siniz artık. yorgun argın eve gelirsiniz. önce ortalığı toplarsınız. yerleri süpürürsünüz. birikmiş tabakları, bardakları makinaya atar, tencereleri elinizde yıkarsınız. sonra çamaşır makinanıza beyazları atarsanız. ütüyü tamir ederseniz. evi havalandırır, yatak çarşaflarını değiştirirsiniz. okumadığınız, üst üste dizili birikmiş kitaplarınız ile günlüklerinizi…
Yorum Bırak“bugüne kadar düşündüklerinin bir önemi yok, yaşadıklarının da.” sanki yanımdaymışcasına sesini duyuyordum hala. sarı araba, radyosunda bilmediğim şarkılarla, anımsamakta zorlandığım caddeler ve tabelalar arasından, soluk mavi gömlekli sürücüsünün istediği hızda, bir saat öncesine takılmış düşüncelerimle beni bir yere götürüyordu. “yeni bir hayata başlıyorsun artık, buna alıştır kendini!” manzarası olduğuna inandırıldığım için bu odayı kiralamıştım, en bayağı pazarlama taktiklerine boyun eğebilecek kadar yorgundum o an. zaten bir gün yalandan ölen birisi olursa cenazesine katılmaktan onur duyacağımdan eminim. diğer odalarla aramızda duvarlar yoktu sanki. tıpkısının aynısı dekorların içinde kendini diğerlerinden ayrı tutmak için her yol mübahtı, kartvizitler bunun için yaratılmıştı. karınca yuvasından…
Yorum Bırak-bir- önündeki röntgenlere evirip çevirip bir daha baktı. ben o sırada odayı inceliyordum. -kaç yıldır sigara içiyorsunuz? diye sordu. -yanlışınız var ben sigara kullanmam, dedim. bir elindeki röntgenlere, bir de bana baktığını hissettim. o sırada ameliyat elbisesinin üst cebindeki kalemler topluluğunu seyrediyordum. -anlaşıldı, dedi, bir kaç test yapalım o zaman, iki gün sonra gelebilir misiniz? -gelebilirim, dedim. ahlayıp puflayan insanların sıra beklediği koridordan geçip sağlık ocağının bahçesine çıktım. hava güzeldi. serindi ama güneş vardı. bir sigara yaktım. derin bir nefes alıp bahçedeki kavak ağaçlarının salınışını seyrettim. teraslı evleri, dar ve helezonik merdivenleri, salaş mekanları, tünelleri sevdiğim gibi hastanalerdeki doktor odalarını…
Yorum Bırak-hep eksik mi kalacağız böyle artık? -daha kötüsü: ne bir eksik, ne bir fazla.
Yorum Bırak– işte abi. vurgunu yiyince böyle elin ayağın tutmaz oluyor. – iyi de koçum, kim dedi sana o kadar derine dal diye? sonra mutfağa gitti çay tazelemek için. ulan dedim, lafı güzel koydu puşt. peki nasıl oldu da ben bu gediği göremedim? konuşacaktım aslında. derdim tasam bir inci bulmaktı, olmadı diyecektim. derken odaya girdi iki elde iki ince belli. çayın kokusuna mı, yoksa onun gamsızlığına mı sustum hatırlamıyorum şimdi. üç bardak daha susup uyumuşum. – işte abi. vurgun yiyince böyle elin ayağın tutmaz oluyor. – iyi de koçum, kim dedi sana o kadar derine dal diye? sonra mutfağa gitti çay…
Tek Yorumgecenin üçüydü. uyumamıştım daha. yanımdan pufhlayarak doğruldu. beni görünce şaşırıp gülümsedi. ben de gülümsedim. ayağa kalktı. ben kanepenin yanındaki sandalyede asılı duran gömleğime baktım. gözlerini karanlığa alıştırıp banyoya doğru yürümeye başladı. gömleğime uzanıp üst cebinden sigaramı aldım. önce salon kapısına çarptı. paketten bir sigara çektim. sonra portmantoya çarptı. sigarayı yaktım. en son banyo kapısına çarptı. derin bir nefes çekip dumanı saldım. banyoya girerken kısa saçlarını, ensesini, boynunu ve sırtını seyrettim. belindeki gamzeye benzer iki çukuru. sonra son bir hamlede banyoya girerken göğüslerini. 1-2 saat önce ağzımda eriyişlerini düşündüm. banyodayken dışarıyı seyrettim. ışıkları. sigarayı yarıladığımda banyodan çıktı. yalpalayarak ve gülümseyerek yanıma…
Yorum Bırak-kendimi hep kalabalık bir arkadaş grubuyla hayal ediyorum, bu benim doğal halim. -napıyorsun arkadaşlarının arasında? -onları seyrediyorum sadece. -seninki daha zormuş… (henüz anlaşılmadı)
Yorum Bırakdimyat kahire’ye ikiyüz kilometre mesafede bir mısır liman ilidir. mısırın önemli ticaret limanlarından biri. haçlı seferlerinin birkaçında da önemli rolü vardır bu özelliği dolayısıyla. kim bilir kaç bin senedir nil deltası ve çevresinin tarım ürünleri eski dünya pazarlarına ulaşmak üzere buradan yola çıkar. hasır çuvallar halinde paketlenmiş meşhur pirinci de bunlara dahil elbet. dimyat beni tanımaz bilmez, benim de dimyat’a gitmişliğim yoktur, halimden de belli olacağı üzere. ve fakat hikayemiz hep kesişir durur dimyat’la. dimyat hep buralardadır. dilimizde bi dimyat… birimiz de dimyat’ı başka bi cümle içinde kullanmamıştır. velhasılı bi gün şu dimyat’a gitmek lazım. hani sırf dimyat’a gittim demek…
Yorum Bırakben-1: n’napıyorsun? ben-2: ayrıştırıyorum ben-1: ayrıştırırken parçalıyorsun da. bak en esaslı parçalar kanapenin altına kaçtı. unutacaksın onları orada. her zaman yaptığın gibi. biz de böyle ayrışmıştık ilkin. unuttuğun o parçalar bir zaman -kendiliğinden ya da değil- kaybolduğu için böyleyiz şimdi? ben-2: olmuş olabilir. ayrışırken de biliyorduk en temelde böyle olacağını. senle ben.. bir de diğer benler..ya da senler.. ben-1: şimdi neyi ayırıyorsun? ben-2: “an” dan öncekilerle sonraları, olmuşlar ile olacakları, olmamış olanlarla, olmuş olacakları, olması gerekenleri, olmaması yeğ olanları, beni, onu, bizi, bir de diğerlerini, aydınlık ve karanlığı, ayaktakilerle oturanları, boş ve doluları, yarı boş-yarı doluları, değişmezleri, değişebilecekleri, a priori…
Yorum Bırak-peki..çemberler, çokgenler..dedi, görüyorum, başka? -çokgenler içinde çemberler, çemberler içinde, düzgün ya da değil çokgenler, dedim. bilirsin işte; kirişler ve teğetler.. -biliyorum, dedi. anlaşılabilir şeyler..ayrı ayrı anlaşılınca zaten zor değil, dedi. sonrası? – üç boyutlular.. küpler, silindirler, prizmalar, bunların içi içe geçmesi ve düzgün olmayanlarla birleşmesi, çakışması, çatışması dedim.. -hmm, dedi, anlatırsan anlayabilirim. -anlatabilirsem anlarsın, dedim, anlatabilirsem.. -başedebilir misin? dedi -ederim, dedim. -devam et, dedi.. -tipik ya da atipik üç boyutluların ama yalın ama diğerleri ile birleşme, birikme, çakışma ve çatışma halinde iken x ya da y düzleminde ya da çarpraz olarak dönmesi ( ya da döndürülmesi) ile oluşan şekiller ve biçimler…
Yorum Bırakkalem katibinin ismi satılmış’tır. ömrü bu dar koridorlarda, tozlu dosya yığınları arasında geçmiştir. ekrana bakmadan on parmak yazmayı bilir. vaktiyle bir karısı vardı. vardı ya terk etti satılmış’ı, iki sene sonra, eli yüzü düzgün, sünepe olmayan birine. öyle yazmıştı mektupta. o günden beri haber almadı satılmış. nüfusta hala evli.çocuğu yoktur. akşam eve giderken kabak çekirdeği almayı düşünür; televizyon karşısında uyuklayana kadar vakit öldürür. kuruyemişçi..adını bilmez kimse. ondan başka da kimse yok hikayesinde. akşama kadar gelen geçeni seyreder. ifadesiz. ununu mu elemiş, eleğini mi asmış? bir elinin parmakları deterjan torbasındadır hep. arada götürür burnuna koklar koklar durur. parmakları tahriş olmuş, sapsarı.…
Yorum Bırakokul yıllarında-bir yıl- kasım-aralık aylarıydı. bir arkadaşla elmadağa kamp yapmaya gidecektik. çantaları, tulumları, konserveleri hazırlamıştık. son kertede arkadaş bu işlerden anlayan bir arkadaşını aradı. ben aranan arkadaşın tombul ve bilgiç olduğunu hatırlıyorum da ismini bilmiyorum. arayan arkadaş ise daha çok sipsi gibi bir şeydi. aranan arkadaş “elmadağda odun bulamazsınız, kıçınız donar” dedi. arayan arkadaşta “göt olurmuşuz” diye özetleyince çadırları, tulumları bırakıp bursaya gitmeye karar verdik. “arayan” bana mektupları gösterdi otobüste.( bla..bla.. çekirge/bursa. )yola çıkarken- neden bursa –diye sormamıştım. ama mektuplar özetliyordu işte. otogarda indikten sonra adresi kolay bulduk. sabah erken saatlerdi hatırlıyorum. sis de vardı. adrese yakın fakat görebileceğimiz bir…
Yorum Bırak– toparlan bir an önce; çok dağıttın. bak… – toplamalıyım önce; çok biriktim. gör! g ö r s e m g ö r s e n i z >> Madeleine Peyroux / Between The Bars / 3’30” …çalıyordu kısaltırken… toplanan bu kadar çok, toplamlar az iken… ne kadar çok, bu kadar az iken…
Yorum BırakAdnan bizim kasabanın delisidir. Çok eskiden beri delidir ya, niçin delirdiği ayrı bir hikayedir. Kırk yaşlarında, yaşına uygun bir hal ile, geçimini pazar pazar dolaşıp sigara satarak sağlar. Ben buraya geldiğimden beri tanırım onu. Pazarda karşılaşıp -içmediğim halde- sigara almışlığım da vardır. Kendi halindedir, kimseye bir zararı yoktur. Adnan birini vurmuştur. Akıl hastanesine gidip rapor hazırlama görevi bana verildiğinde iki kilo mandalina alıp gittim yanına. Beyaz odadan içeri girdiğimde Adnan, pencereye sırtı dönük, tahta sandalyede oturmuş, sol elini dizinin üzerinde sallıyor; ara sıra da sağ eliyle, kafasındaki düşünceleri savmak ister gibi, başına konmuş hayali sinekleri kovalıyordu. Beni görünce salınmasını kesmedi.…
Yorum Bırak