ağu ağı ah! ah-la n ağ ağ-la ağla mollll es kin e ‘de bu bun-gun bungun hava bu yağsa ya yağsa ya da yağma-sa ya ———————- odada yalnız o da yalnız oda yalnız oda da yalnız ———————— gel git gel-git, gel git git gel ne gel, ne git ne de git gel me, git me git me de , gel me de (de ki ne gel-dim, ne git-tim) gelme, gelmeee… ———————- toz toz’a sor. ——————- ay ay-lak aylak a-dam a a-yak yak yalınayak aylak adam —————————– koş-ma düşeceksin! —————————— sızı sı-zı sız’ı sızım sızı sızlandım kaldım gene ————————— uyku- uyu…
Yorum BırakSYKLMLR Yazılar
BİR MATEMATİK: 0,1,1,2,3,5,8,13,21,34,55… Alakasız gibi görünen bu sayı dizisi bir fibonaccidir. Fibonacci, her sayının kendinden öncekiyle toplanması sonucu oluşan bir sayı dizisidir. Bu şekilde devam eden bu dizide sayılar birbirleriyle oranlandığında altın oran ortaya çıkar. Bunun somut hayatta ne işe yaradığını uygulamalı matematikçiler cevap verebilirler. Onların bir cevabının olmadığı noktada ise “pür” matematikçilerin salt matematik ve estetik adına zaten cevapları hazırdır. Ben matematikçi değilim. En fazla bir matematik habercisi… Konumuz da aslında matematik bile değil. Hayat toplamlardan ibaret, doğru. Ama o toplamı ve bağıntıyı görebilmek için dahi fibonacci’de olduğu gibi hayatı parçalara ayırmak gerekiyor. (21= 13+8, 34= 21+13) Bütünü anlamak…
Yorum Bırak“ağzına sıçayım!..” küfür eden bendim. araba kullanan aniden fren yapınca boylu boyunca uzandığım deri arka koltuktan kaymış, ayaklık kısmına düşmüştüm. düşerken son anda tutunduğum emniyet kemeri bile düşmemi engellememiş ve benle birlikte uzayıp gitmişti. doğrulup oturdum. “ağzına sıçayım!..bu ne biçim araba kullanmak kardeşim. böyle ani hızlanıp ani frenler yapılır mı?” n.s bir şey demedi. bıyık altından güldü yalnızca dikiz aynısından şöyle bir kesip. üç kişiydik arabada. n.s arabayı kullanıyordu. c.b yanında oturmuş, boş boş etrafı seyrediyordu. tepki bile vermedi ben düşünce. doğrulup ayakkabılarımı giydim. “neredeyiz?” “zigana’dan çoktan sallandık. kop’a tırmanıyoruz” dedi c.b. arkasına bakmadan. bir kaç gecedir doğru düzgün uyuyamıyordum.…
Yorum Bırak“Küçük şehirlerde bir belediye parkı, bir Atatürk heykeli, birbirini kesen iki cadde mutlaka vardı ve halk, bu caddelerde dolaşan hüzünlü bir insana deli diyerek eksiğini tamamlardı” (Ayfer Tunç – evvelotel’den) bir senedir düzenli aralıklarla geliyorum bu çınaraltı lokantasına. sahibini tanımam. ama çamlıhemşinli olduğunu duydum. zaten bir yerde en iyi meyhaneyi çamlıhemşinliler işletir. sahibi kimse kim, şef garson çamlıhemşinli değilse orası zaten meyhane bile değildir. her küçük şehirde bir belediye parkı, birbirini kesen iki cadde, her istasyon ve otogarın bir delisi olduğu gibi gittiğim her yerde de “kalamış”, “bomanti” ya da “çınaraltı” isimli bir berduş sayfiye yeri bulunuyor nedense. ben de…
Yorum BırakSana hiç dolmakalemi anlattım mı? Dolmakalemin ucu kullandıkça, elinin tutuş açısı, yazarkenki eğimi, kağıda bastırış kuvveti, harfleri ve sayıları meydana getirme şekline göre git gide eriyip biçimlenir. Sahibine göre şekillenmeye başlar ucu. Bir süre sonra tanımaya başlar seni. Bu nedenle bencildir, sıkısıkıya bağlıdır öznesine. Ancak onunla var olabilir. Tersi mümkün değil. Bir başkasına verildiğinde, herkesin yazım şekli farklı olduğundan, aldığı biçimden dolayı yazamaz, ters gelir, direnir kalem. Seni arar. Buna rağmen diretilirse bozar ucunu. Bir kere bozduğunda da işte sen bile yazamazsın artık. Eski haline nasıl dönecek? Aynı yollardan tekrar tekrar geçmen gerekir bir kırığı onarmak için. Belki de hepten…
Yorum BırakSaklambaç oynarken saklandığı yerde uzun süre kalıp en sonunda kendiliğinden ortaya çıkan çocuk gibi… Hava kararmış, oyun bitmiş, herkes evlerine dağılmış çoktan. Kimse ne elma demiş, ne de kurt… Dişlerini sıkıp ara sokaklardan mahallenin diğer ucundaki evine yürürken içinden sayıklayıp duruyor üstelik: “ama ebe olurdum, ama ebe olurdum!” (piano piano bacaksız, piano piano!)
Yorum Bırak1. hiç utanmıyor muyuz öğrendiklerimizi öğretmeye? yaşadıklarımızdan başka hiçbir şey bizim değil. 2. azı çoğu olmaz yalnızlığın. 3. – giyecek hiç kıyafetim kalmamış – ben seni kıyafetsiz de seviyorum 4. birini unutmaya çalışıyorsan en çok da onu unutamazsın (özne-yüklem uyumsuzluğu) 5. – yazmak hiçbir şeyi çözmez. – peki yazmamak? 6. aşk dediğin kârdan zarar. 7. karı şık. 8. güçsüzden yanayım. bardağın boş tarafını tutuyorum. 9. aslolan yazmak. “boş” zamanın kalırsa yazmazsın. 10. her şeyden bir anlam çıkarıyorum. hiçbir şeyde anlam kalmayacak bu gidişle. 11. bildiğin her şeyi bildiğini biliyorsam, bildiğim kadarsın. 12. de ki ağlarken bile kısaltmalara gittim uzun uzun…
Yorum Bırakdüşümden tırnağımdan ne artırdıysam aklıma çarpıp duruyor böyle zamanlarda. böyle zamanlar diye etiketlemeyi sevmiyorum aslında yaşadıklarımı. ama bazen bayağılık en doğru tercih oluyor işte, tam olarak da böyle zamanlarda. “gözlerini kapat, bakalım ne göreceksin.” kahkahaları sokağın uykudaki sakinlerinin duvarlarına çarpıyor ve kalan ömürlerini geçirmek üzere aklıma yerleşiyorlardı. belki beni yeterince tanımıyordu ama iyi biliyordu, çok iyi biliyordu. beni tanıdığına memnun olan onlarca kişi yaşamıştı hayatımın muhtelif köşelerinde. ancak bildiği halde kaçmayan tek kişiydi o. cümlelerimin üzerindeki örtüyü kaldırıp hınzırca gülümseyen ve onları utandırmadan geri örten tek kişi. aynı şemsiyenin altına girme ihtimalimiz için yağmurun yağmasını, koluma girmesi için ise ellerinin…
Tek Yorumo gün evinden çıktığımda gelip çöreklenmişti aslında kafama. yokuştan aşağı meyletmiştim ki önce bir martı selamını verip geçti başımın üzerinden. sonra o tanıdık deniz kokusu tutundu burnumun ucuna. “yaklaşıyorsun işte denize” demiştim sigara arası bir nefeste, “ıslanacak mevsim de değil aslında.” yüzünü her düşündüğümde aynı şey oluyor. hani aynanın karşısında durup da omzunun üzerinden bana baktığın o an geliyor işte aklıma. gelmekle kalsa iyi, çıkmıyor ki anasını satayım. oltanın ucunda duruyor işte dudağının kenarı. ne diyeyim, rast gele! “bırakacan ki çırpınsın, yorulsun biraz” son iki saatimi en ucuzundan balıkçı bilgeliğine teslim ettiğimi düşünüyordum ki susmuştu. son cümleyi alnıma saplayıp susmuştu…
Yorum Bırak“Ben her 1 Ekim akşamı rakı içerim kardeşim. 30 senedir. Sene kaç? 2042. Tam otuz sene olmuş. Her 1 ekim akşamı bu fotoğrafı çıkarırım dolaptan, Gelirim buraya, peynirimi alırım önüme, rakımı içerim”. Önünde, eski bi topçunun, Alex’miş adı, Ordinaryüs Lefter dediği başka daha yaşlı bi futbolcunun elini öptüğü fotoğraf… Ankara’nın en eski meyhanesi Tavukçu’da bir adam Semih abi. Yaşı elli sekizmiş. Daha çalışıyor, maliye’de müfettiş. Yanlış anlama takım tutmuyor. Çok eskiden Galatasaray’ı tutmuş. “Baktım yanlış yerini tutuyomuşuz, hep güzelliği onaymış bilader, öyle olunca bıraktım, niye tutayım? Sonra futbolla da alakayı kestim. Ama çok güzel topçuydu bu oğlan. Hani biz övünürüz…
Tek Yorum”ne güzel susuyosun suna”. suna önce duymazdan geldiyse de ona bakmaya devam ettiğimi, tepki beklediğimi anlayınca direnmedi, kafasını kitabından kaldırıp simsiyah gözleriyle gülümsedi. dizlerini göğsüne çekmiş, uzun eteğini ayaklarına kadar indirip iki ayağının da arasında kilitlemiş, aradan bir şey görünür kazara diye. odanın bir köşesinde ki en güzel köşesi. tam balkon kapısının kenarı. efil efil. dışarda da bahçe sulanıyor tıpı tıpı tıpı tıpı. suna kafasını kitaptan kaldırıp gülümsedi, keçi boku gözleriyle. bi kaç kere kırptı gözlerini. sonra eğildi geri kitabına. konuşur mu? konuşmadı tabi. susuyor. suna bir güzel susuyor. suna senin olsa altı sene osuramazsın yanında. öyle güzel susuyor.
Yorum BırakHer öğleden sonrası ganyancıda televizyon başında devrilirdi Birol abinin. Altı patlar birol abi. Yıllarını verdiği ganyan mevzuunda altılının altısını da yatırmasıyla meşhurdu. Öyle yürüdü yani namı. Lafı dinlenir adamdı. Taşak oğlanıydı da aynı zamanda. Nevi şahsına münhasır mahalle eğlencesi. Altı patlar birol abimiz net konuşurdu türlü hususta. At mı koşar baht mı birol abi? diye sorma gafletinde bulunduğumda, ”atların amına koyim yeğenim” demişti mesela. Çok uzatmazdı lafı. Evli üç çocuk babasıydı. Servis çekerdi okullara. Ekistıraya da giderdi denk geldikçe. Piknik organizasyonuydu, okul gezisiydi, şirket toplantısıydı. Ağzına içki koymazdı. Sulandırmazdı kafasını. Nassın diye sorunca, ”at gibi” derdi. Dün altılıyı tutturmuş ömrü…
Yorum Bırakdaha tanışalı dört gün oldu bu tuhaf adamla. Bu ülkeye ilk gelişim. Saçma sapan bir tanışmanın ardından, dört gündür beraberim. Çirozun teki. Ülkesi gibi tuhaf, dengesiz. Eğlenceli delinin teki. Ama yarın gideceğim. Bi daha da görmem herhalde. Ne o çıkıp gelir yanıma, zaten de gelmesin ne yapacak bizim oralarda, delilik; ne de benim bir daha buralara yolum düşer. Pek de güzel bakıyordu, ne yazık. Hiç böyle bakmadılar bana. Belki buralara hastır. Belki bi tek ona. Belki ikimize. İkimize hastır. Ona da hiç bakmamışlardır böyle. Ben kimseye böyle bakmadım şimdiye kadar. Bana bildiği tek ispanyolca parçayı söylüyor sevişmeye ara verdiğimizden beri.…
Yorum Bıraksiyah takım elbisesi, siyah kravatı, 50’li yılların modasından kalma güneş gözlükleriyle merdiven başında dikiliyordu. güneş gözlüklerinin arkasından anlık bakışlarını seziyordum ama göz göze gelmek mümkün değildi. Doğru da değildi belki. Benden biraz kısa da olsa yeni, yakışıklı, eğlenceli sevgilim yanımdaydı. Eskisi de tam karşımda. Bin yıl geçse aynı ayakkabıyı bulur alırdı herhalde, her düğünden önce özenle parlatır, takım elbisesini temizletir, şıkır şıkır giyinir, bir beş on dakika görünür, kapıda zipposuyla bir sigara yakar, bi kaç kişiyle resmi resmi sohbet eder, sonra kaybolur giderdi. Elini biraz daha sıkı tuttum yeninin. Çaktırmadan bi kaç kez daha baktım merdivene doğru. Güzel buluyor mu…
Yorum Bırakben sizi anladım artık. sizin içinizden gelenler var gece yarılarında. sözünüz de yüreğinizden geliyor, yalanınız yok. ben sizi anladım, acı çekmemek için buradasınız, yoksa olmayacaksınız, bile. hiç. tamam da bazen beni bırakın. bazen gidip hava alayım. tamam dönerim, korkmayın. gelin beni bazen bırakın. üstünüzü örtüp susarım sonra yanınızda. ama beni bazen, bırakın. çoğunuzdan karanlığım, çoğunuzdan utangaç. çoğunuzdan cahilim ve alın işte: görgüsüz! çoğunuzun gördüklerine körüm, sevdiklerine hasret, bile. çoğunuza sonsuzum. ‘sonsuz’ da, alın size bi muamma! yok benim bi son sözüm, işte, sonsuzum. >> Bab-ı Esrar / Sızı / 4’50”
Yorum Bırak