elbet bir gün kaybolacağını biliyordum.hissediyordum, defter arasında saklanan fotoğraflar, bir çekmecede unutulmuş notlar gibi yavaş yavaş silinerek gideceğini, gitmeyi tercih edeceğini. gidişini hikayeleştirmek ile karikatürize etmek arasında kaldığım zamanlardan birinde daha iken, sana bu satırları yazıyorum. daha önce de birbirimizin aklından taşındığımız olmuştu. neden gittiğimizin, ne zaman döneceğimizin ya da kiminle gittiğimizin hiçbir önemi yoktu. bilirdik ki yine de aynı mahalledeydik ve yolumuz düştüğünde birbirimizin pencerelerine bakarak geçerdik evlerimizin önünden. ışık varsa, oradaydık. oradaysak, misafirliklerimiz davet gerektirmezdi. davetsizlik, gereğine kanaat getirdiğimizde yorgun akıllarımız için sığınaktı. neden sorulmaz, çayın yanına da şeker getirilmezdi. diyorum ya, elbet bir gün kaybolacağını biliyordum. adamın…
Yorum BırakSYKLMLR Yazılar
her şey düşlendiği parlaklıkta kalsa kimsenin kalbi falan kırılmazdı. onu tanımayan bir insanı endişelendirecek bir sükunetle sigarasını söndürmüş, şöyle bir doğrulup kapıya doğru bakmıştı. susuyordu ama sırtının, boynunun her kıvrımıyla konuşuyordu bağıra çağıra. son iki saattir sehpada küçük depremler yaratan telefonu ritmik iki artçı sarsıntı sonrası durulmaya karar vermiş; bana ise usulca sönen ışığını takip etmekten başka yapacak bir şey kalmamıştı. ekranda yazanları bilmemize ihtimal yoktu ancak isabetli tahminler yapabilecek kadar öngörü sahibi insanlardık şunun şurasında. iki cümlelik daha sustuktan sonra yeniden yanıma uzanmış, iki tekil çaresizliği yan yana getirmek işe yarayacakmış gibi koynuma sokulmuş, iki elini bir yapmaya karar…
Yorum Bırakkumruları düşündüm. güvercinlere özeniyorlar eşşoğluları. onlar gibi yaşayıp güvercinleşiyorlar. anlamıyorsun bir zaman sonra hangisi güvercin hangisi kumru? ben anlamıyorum mesela. sormak istiyorsun da dinleyen kim? got, got, got… biri artık bir başkası olsa söyler miydi bunu sana? küllüğü fırlatırken televizyona geleceğini düşünmemiştim zaten. fırlatırken bile.. küllük televizyona çarpıp o afilli şangırtı odada yayılınca banyodan koştu geldi. önce televizyona, sonra bana, sonra da küllüğün halıya dağılmış porselen parçalarına baktı. “senden korkuyorum” deyip yatağa yattı. benden olabildiğince uzağa. yorganı boynuna kadar çekip tedirgin bakışlarla tavana bakmaya başladı. uyudu bir süre sonra arkasını dönüp. olabildikçe uzaklarda. sokaklara çıkıyorum. dolaşırken kemik çerçeveli bir gözlük…
Yorum Bırak“daha çok var mı?” dedi, arif. 1,70 boylarında, 70-75 kilo civarı, kısa saçlı, kumral yeşil gözlü bir çocuk. hayır bu arif değil, benim. arif’i görüyorum, arif olduğunu biliyorum ama nasıl biri olduğunu bilmiyorum. arif benle konuşuyor. fakat soruyu sorduğum anda arif’in o seçemediğim bedeninin içine girip cevap bekliyorum kendimden. “daha çok var mı?” kendimle konuştuğuma ve ortada iki tane ben olduğuna göre bu gerçek olamaz. demek ki rüya görüyorum. rüyamda arif bedenindeki ben’in, ben bedenindeki ben’le tepedeki selvi ağacına doğru ulaşmaya çalıştıklarını ve yamaçta arif’in -ben’in yani- bana bu soruyu sorduğunu izliyorum. selvi ağacı olduğuna kesinlikle eminim. öğrenmiştim. kavak ağacından…
Tek Yorum1. “sır”dır aynanın sırrı. 2. mutsuzluğun kaynağı mutluluk. 3. “sen”im ben senin için. 4. hep iade-i itibar hep bi geçmiş zaman. 5. çok da değişmedin, suçlarından aldırdın biraz. 6. ali, merhametinin üçte birini ayşe’ye verse merhametleri yine eşit olmuyor, kim bilir ali ne çok acı çekiyor… 7. pazarlıkta kullanılan fedakârlık, olsa olsa “yatırım”dır. 8. iyi olmak zorunda değilken de iyiysen iyisindir. 9. – ileride ne olacak? – geride miyiz biraz? 10. perde arkasındaysan “oyun”cusundur. 11. bilmediklerin “yok” değil. 12. “hiç” biter mi?
4 Yorumnasıl gittiklerini bile görmedim. zilzurna sağırdım. onlar da işte nasıl. hani duymuyorlar felan değil haaaa.. nasıl da.. -ha? nasııl? kim koydu lan bu çöpü buraya? görmedim adam çöpleri topluyordu. yok yok getirmiyordu. bildiğin çöpü götürmek için torbaya yerleştiriyordu. akacaklar var, şişeler, buruşturulmuş kağıtlar, bez parçaları. demekki torbada yerleştiriyordu. yüksek yoğunluklu polietilen 65×80 lik poşet kullanıyordu emekli coğrafya öğretmeni kemal bey. poşetin tabanına -ola ki- akarsa çöp suyunu emsin diye kullanılmış gazeteleri, eskimiş yer havlularını, lime lime olmuş bulaşık süngerlerini yerleştiriyordu. onların üzerine tabanda hacimsel yer açmak ve elastiki poşeti köşelendirmek için aşağıdan yukarı kırık tepsiyi, kalın işe yaramaz örgü dergilerini…
Yorum Bırak“Horoz öterken götünü kasar…” dedi. Zigana dağında, halim’in yerinde 5 kişiydik. Ben, lokantanın sahibi aynı zamanda davarcı halim abi, fakültenin su ürünleri bölümünden bir hoca, petrolcü nuri ve garson mustafa.. Lokanta kapanmış, biz üst katta şömine karşısında demlenmeye devam ediyorduk. Ben şöminenin tam karşısındaki sedire uzanmış karanfilli ev şarabı içiyordum. Diğerleri elden ele çarşaf gezdiriyordu rakıdan sonra. Garson mustafa şömine yanındaki sandalyede uyukluyordu. İçmek için bahane aranmadığı (ya da unutulduğu) zamanlardı o odada bulunanlar için. hüzün denen şey alışkanlığa dönüşmüştü çoktan. Herkes tavına oturmuş, yol da, yer de, yön de tükenmişti. Bu yüzden bu birbiriyle alakasız insanları bir arada görmek…
Yorum BırakAyna’nın ilk güzel yanı, ayna olmasıdır elbet. İkinci yanı görmendir. Hayır..Aynaya bakınca kendini göreceğini düşünürsün başta. Görmen henüz kararsızken, yani gördüğün biçimlenmemişken onun seni gördüğünde ne gördüğünü düşünür beynin.. İşte o zaman yansın biçimlenir, görüntü netleşir. Kendini ondan görürsün ilkin..ya da onu görmeden kendini göremezsin. Üçüncüsü ve en önemsizi ne menem bir şey olduğunu gösterir ayna. Kıçını başını felan. Ama özdemir asaf’ın da dediği gibi; “ben aynaya bakınca aynayı görürüm ilkin”
Yorum Bırakintifadan men kuralı: işte.. paylı bir taşınmazda paydaşın birinin diğerinden ecrimisil isteyebilmesi yararlanma isteğine karşı konulması halinde mümkündür. paydaşlardan her biri öbür paydaşların soyut kullanma olanağını değil, yalnızca eylemsel (fiili) birlikte kullanmasını göz önünde tutmak zorundadır. bir paydaş diğer paydaşı ‘fiilen intifadan men etmedikçe’ herhangi bir sorumluluk söz konusu olmaz. intifa, sahibine malı kullanma ve semerelerinden (bağ, bahçe, ürün, kira vs..) yararlanma (usus-fructus) hakkı verdiği halde mülkiyet hakkında (usus-fructus-abusus) ayrıca malı kötü kullanma (bozma, yok etme) hakkı da mevcuttur. bu haliyle intifa, mülkiyet hakkı ile sadece kullanma hakkını (kira gibi) bağıtlayan irtifakların arasında yer alır. intifadan men edilme halinin varlığının…
Yorum BırakSonra, daha sonra yani.. işten eve geldikten sonra hemen soyundum. İki bardak gürcü şarabı içtim. Natasha mesaj attı. Dedim “natasha, git allasen” Aynaya baktım. Hani şu aynı aynaya. Hayaletmişim. İlk önce kendimi gördüm. Bir de gittikçe biçimsizleşen bir göbek. Başka bir şey görmeyince..ve gördüklerim-artık- ezberden sayıldığından nuri babayı aradım. Nuri baba aynayı götürdü. Nuri babanın kasalı pikabı vardır. ayna da ben bakmadan önce de aynadır. Giyinip çıktım. Yolda kalfa şevket’i aradım. Dedim ” ustura anıl’ı bul, çamburnunda buluşalım” Az önce yalan söyledim üç bardak gürcü şarabı içtim. Buluştuk.. Karpuzz ve şarap almışlar. Muratlı’ya vurduk mamııt’ı. Mamııt benim arabamdır. Hem kadın…
Yorum BırakNe kadar dolu boşluklarım’da Boşlukları o kadar dolu_ Dolulukları o kadar boş’da Ne kadar boşluğum doluyla Garip (ya) işte… O kadar dolu, ne kadar boş O kadar boş, ne kadar dolu Doluyken boş/ boşken dolu ( ya da) Dolu-boş/ boş-dolu Dolu boş, boş dolu. Boşluk’da. [her şey değişir, her şey karşıtını içerir, her şey karşıtına dönüşür] “…doğa bize kaotik rastgelelik gibi görünen birçok olağanüstü olgu sunar. Bazı önemli olayları seçip onları soyutlayıp idealleştirerek kendilerine özgü ve ilgisiz koşullarından ayırana kadar bu sürer. Bu olgular, kendi gerçek yapılarının bütün görkemini ancak bundan sonra gösterebilirler.” (Pi coşkusu-david blatner)
Yorum Bırak1- hakim petro sabırsızlanıyor… 2- kendi aralarında neşe ile gülen insanların önüne geçip sana güldüklerini hayal edemezsin. 3- “çaya vardım çayladım” ne demek? 4-hiç bir amaç taşımadan okumayı bana jack london’ın ‘mardin eden’i öğretmiştir. yazmayı düşünmeyi ise b. … 103 yıl sonra. 5-sıfıra bölünürsen ölürsün. 6- biliyorsun, yaşadığımız yerde her 5 km’de bir ilçeler, iklimler ve insanlar değişir. ilçelerin hepsi dere kenarına kurulmuştur. derelerin denizle buluştuğu yerde karadeniz kahverengi olur. rize’nin ötesinde gelevera deresini ararsan yanılırsın. tam aksine, onu gittiğin yönde değil arkanda bıraktığın yerde aramalısın. Giderken arkanda bıraktığın, farkında olmadan, işte… aradığındır.. 7- bıçağını yanından ayırma. lazım olacak bize.…
Yorum BırakYoldur arkadaşım nihayetinde.. Sen hiç yola çıkıp yol olmadın mı? Kaç gün bekledin dehlizlerinde, yav adaşım, allasen hiç mi yola çıkmadın? Sarhoşsun sen.. Ayılmak için kahve mi içiyorsun? Puro da içiyorsundur özel koleksiyondan gözün gibi baktığın. Yav adaşım gözün çıksın, görmedin mi bunları? Beklediğin değil mi? Kim sustu, kim susturdu lan? Kaç kişiydiler? Lan bırak çocuk, yakmayacak mısın bi puro? Kimi, neden affedecekmişsin? Sen hiç kafka okumadın, ferid edgü ile içlenmedin, özdemir asafla ağlamadın, pink floyd ile ulan doğruymuş demedin? Lan …ulan…kaç kişi.. Savaş meydanında mağlubun üstüne atlılar sürülür. Dedin ki tamam savaşı kaybettim, bıraktım.. Lan demedin mi “yazıktır, günahtır,…
Yorum Bırakaskeri lisede okuduğum zamanlarda bando takımındaydım. önce klarnet çaldım. sonra tenör saksafon. sonra can sıkıntısından sırayla trompet, trombon, tuba, herşey. ceyhun da trompetçiydi. 1994 yılı yazında üst sınıfların mezuniyet töreni için yaz tatilinden erken dönmemiz gerekmişti. zaten 30 gün olan kısa yaz tatili 20 güne düşmüştü. bir de o sıcakta provalar, yürüyüşler, üst sınıfların azarları.. yaz törenlerinde her zaman aynı şeyi yapardık. önceden anlaştığınız bir arkadaşınızla biriniz -sıcaktan- bayılma numarası çekip kendini diğerinin kucağına atar, öteki de apar topar zaten hazır kucağınıza düşmüş sizi tören alanından çıkartıp revire götürme numarası yapardı. intizam, disiplin vs. nedenlerle tören alanına tekrar dönme olanağınız…
Yorum BırakRESİM: “Théophile Gautier, Velázquez’in Las Meninas’ını ilk kez gördüğünde, kendisini “Tablo nerede?” diye haykırmaktan alıkoyamamıştır. İlk bakışta, tablo basit bir konuyu işlemektedir. Kralın beş yaşındaki kızı Margarita (infanta), nedimeleri (las meninas) ve soytarılarıyla çevrelenmiş olarak tablonun ortasındadır. En dip tarafta, saray nazırının silueti görülmektedir, ama biraz daha yakından ve daha dikkatle bakılınca, tabloda başka kişilerin de olduğu fark edilir. Dip duvarın üzerinde bir ayna vardır ve aynadan İspanya Kralı IV. Felipe ile Kraliçe Avusturyalı Maria-Anna’nın görüntüleri yansımaktadır. Ressamın bizzat kendisi, üzerinde çalıştığı tuvalde bize ters dönmüş olarak görünmektedir. O halde, resmi yapılan kimdir, kimlerdir? Tablonun adının belirttiği gibi nedimeler mi,…
Yorum Bırak