İçeriğe geç →

SYKLMLR Yazılar

Mütecaviz

Hayat sığlaştıkça yazın da kötüleşiyor. Ve -nedense- anlatım bozuklukları hep son cümlede ortaya çıkıyor. Ya manası oturtulamamış bir yazıyı bir an önce bağlama isteği; anlatım bozukluğu. Ya da manası anlaşılamamış bir yaşamın ağızda bıraktığı son tat; anlam bozukluğu. Düüüt!

Yorum Bırak

Kuyu

neden ağlıyorsun? dedim. korkumdan, dedi. neyden korkuyorsun? dedim. ağlamaktan, dedi.

Yorum Bırak

Öyküleme

Ankarayı bilenler Güvenpark’taki dolmuş durağının yolcularını sıraya dizip aldığını da bilirler. Ankara’nın dört bir yanına dağılacak dolmuşların ilk durağı olan bu noktada -ayakta yolcu taşımak yasak olduğundan- zabıtalara baştan prim vermemek için- değnekçiler de koltuk sayısına bağlı bu kaideye sıkıca uyarlar. 14 yolcu kapasiteli bir dolmuş için sıraya girildiğinde değnekçi sıradakileri saymaya başlar “1, 2, 3…. 14! … Abi sen bir sonrakine…” Hikayedeki esas oğlan da-işte- okuluna gitmek için girdiği kuyrukta 15. Sırada olduğunu (en az 2 kez) sayarak böylece belirlemiş ve 15 dakika gecikecek de olsa bir sonraki dolmuşta en arka sıraya oturma serbestisine sahipliğini tasarlayarak, para uzatma derdinden…

Yorum Bırak

Ördek başı yeşili kadife ceket ve Schrödinger’in kedisi – 6

Tahsin’in dediği: Fotoğraf siyah beyaz. Köşede bir masa. Masada, bir fincan, bir demlik, bir kadeh, bir sigara paketi, bir de küllük var. Oturma yerinde koltuk mu yoksa başka bir şey mi olduğu görülmüyor. Oturanların başlarının hizasından itibaren yukarısı ayna ile kaplanmış. Aynaları köşe kolonu ayırıyor. Kadın sarı saçlı olmalı. Boğazına kadar kapalı bir elbise giymiş, saçlarının bir kısmını geriye bir kısmını sağa taramış. Saçları kısa olmalı. Adam kısa siyah saçlı. Adam kadını öpmek için eğilmiş. Kadın başını geriye atmış, hafiften gülümsüyor. Gözleri kapalı. Sağ eli, sağ kulağı hizasında. Sağ yüzük parmağında yüzük ve elinde sigara var. Adam sol elini kadının…

Tek Yorum

Ördek başı yeşili kadife ceket ve Schrödinger’in kedisi – 5

Sabah gözümü açıp sigara arandığımda ilk ceket gözüme ilişti. İç cebinden sürekli kullandığım dolmakalem ve yarım kalmış bir mektubun ilk cümleleri görünüyordu: “Sevgili dostum T…” ∴ Birçok farklı girdinin sürekli değişerek fiziksel değişimler ve farklı düzenler yaratması ve bu düzenlerin yine kendisini etkilemesi insan zekasının ve günümüzdeki gözlem ve bilimsel tahmin yeteneklerinin çok çok üstünde olmasından dolayı kaos olarak nitelendirilir. Oysa tüm bu değişimlere neden olan fiziksel yasalara ve matematiksel açıklamalara hakimiz. İşte bu noktada karşımıza düzen ve kaosun aslında birbirine ne kadar sıkı sıkıya sarılmış olduğu ortaya çıkar. Fiziksel yasalar ne kadar basit olursa olsun sonuç o kadar rastlantısal…

Yorum Bırak

Ördek başı yeşili kadife ceket ve Schrödinger’in kedisi – 4

Tahsin’in dediği: “Sen acıyı seviyorsun” Kanepede oturup hiçbir şey yapmadan, etrafa dağılan defterleri boş gözlerle izledim. Sigara bittikten sonra kaç saat böyle kaldığımı hatırlamıyorum. Sonra oturduğum kanepeye uzandım. Uyku ile uyanıklık arasında, ağrı, sancı ve düşünceler içinde bir süre yattım. Şakaklarım, ense köküm, göz çevrem zonkluyordu. Aç olmama rağmen iki defa ilaç içtiğimi hatırlıyorum. Gözlerimden yaşlar geldiğini de. Kusmamak için dakikalarca cenin pozisyonunda yattığımı da. Işığı söndürmem gerekmesine rağmen o günden beri evde bu ışığın hiç sönmediğini de. Aynada gözlerimin kızardığını gördüğümü de. Bakıp görmeden geçip gittiğini de. Bakıp görmeden geçip gittiğini de. Bakıp görmeden geçip gittiğini de… Ne zaman…

Yorum Bırak

Ördek başı yeşili kadife ceket ve Schrödinger’in kedisi – 3

Yazmayı orada bırakıp -biraz da sarhoşluktan- yatağa çekildim. Babamın cenazesinden sonra kasabaya döndüğümden beri günler yorucu geçiyordu. İşler birikmişti. Yazın da bu kasabadan ayrılacağımdan hem birikmiş işleri eritmek, hem de mevcudu eskisine oranla daha da azaltmak adına daha çok çalışıyordum. Akşamları da eve gelir gelmez içkiye oturup sarhoş olana kadar ya internette oyalanıyor ya kanepede kestiriyor ya da defalarca seyrettiğim bilim-kurgu filmlerini tekrar tekrar izleyip vakit öldürüyordum. Düzenli okumaları bırakmıştım artık. Bundan iki sene öncesine kadar haftada üç-dört öykü kitabı bitirdiğim günler geride kalmıştı. Canım ne okumak istiyor, ne de iki satır kalem oynatmak. Günlük niyetine tuttuğum deftere bile en…

Yorum Bırak

Ördek başı yeşili kadife ceket ve Schrödinger’in kedisi – 2

Tahsin’in dediği: Kalemde çalışmak eskilerden kalan bir usuldü. Alışmak birkaç haftayı bile almıyordu. Vatandaş, çaycı, polis, katip, diğer dairelerin memurları girip çıkarlar, ancak çalışan kim olursa olsun işine devam ederdi. İş dediğin günün birkaç saatini ancak alırdı zaten. Kalem kapısının tam karşısındaki masada kâtibe evde hazırladığım notları yazdırırken, dizlerine kadar uzanan koyu kahve paltosu ile gençten biri içeri girdi. Beni ve kalemi süzdükten sonra gördüğü ilk sandalyeye oturdu. Bu ilçeden olmadığı belliydi ama ilgilenmedim. ∴ “Sadece yazıyorum, seninle konuşmuyorum, ikisi aynı şey değil” Bu hafta sonu annemle babam gelecek. Evi toplayacaklar. Kamyoncu pazartesi günü erken geleceğini söyledi. Tebligatı sabah aldım.…

Yorum Bırak

Ördek başı yeşili kadife ceket ve Schrödinger’in kedisi – 1

Güldü. Deli deli, tuhaf tuhaf, tuzlu tuzlu, mutlu mutlu, karışık karışık, anlamaz anlamaz, çifter çifter güldü. Ömür İklim Demir – Muhtelif Evhamlar Kitabı T. dostumdur. Kendisi bir oyun oynamayı teklif etti, ben de kabul ettim. Ortak bir hikaye yazacaktık. Buna göre o hikayenin belli bir kısmını yazıp bana gönderecek, ben de onun kurgusunu başlatmış olduğu hikayeyi sonraki cümlelerle devam ettirecektim. Bu böyle sürüp gidecekti; ta ki hikayenin konusuna, kurgusuna ve temasına uygun son altın vuruş cümleyi biri yazana kadar. Beni bir şeylere teşvik etmeye çalıştığını görüyordum. Hal(i) ile ilk cümlelere o başladı: Kaleme girdiğimde, üzerinde dirsekleri sürtünmekten eprimiş kaz boku…

Tek Yorum

Full Hd

Hızlı adımlar atan yüksek ve ince topukların seramik zeminde çıkardığı ses benim kapımın önüne gelince kesildi. Zil çalmadı, kapıya tıklanmadı ve fakat ayak sesleri uzaklaşmadı da. Tedirgin bir merakla koltuktan kalkıp sessizce kapıya ulaştım. Kapının deliğinden baksam orada olduğum anlaşılabilir diye korkuyordum ama kimden, ne diye korktuğumla ilgili de bir fikrim yoktu. Öyle dikildim bi’kaç süre. Yeterince beklediğime kanaat getirince delikten dışarıyı kontrol edip kapıyı açtım. Etrafta kimse görünmüyordu. Kapıya bir şey, bir broşür, promosyon falan da bırakılmış değildi. Yeni paspaslanmış zemindeki yalın ayak yürüme izlerini görünce “aha” dedim, “yakaladım seni”. Merdiven boşluğuna açılan çıkışa sessizce ulaşıp demir kapıyı araladım.…

Yorum Bırak

Simple Song – David Lang

– Kaç yaşındasın? – En son kaç yaşında aşıksam… – Doğru ya, insan unutuyor bazı gerçekleri – Mesela uzun süredir şehirden çıkmamış bir adam düşün – Evet – Bulutsuz bir gecede yıldızların güzel olduğunu bilir, ama pekâlâ unutabilir nasıl da güzel olduklarını – İnsan unutur, hatıraları bile ona ait değil. – O zaman bir soru da benden gelsin: Bu görünüp kaybolan da kim? – Hani bir an çakıp kaybolan mı? – Evet bir ömür görünüp kayboluveren de kim? – Yine unuttuk desene…

Yorum Bırak

Adem

Neden olduğu gibi değil? Neden yalana muhtaçtır insan? Neden bu kavramlaştırma, yüceltme, yanılma, vs… Başka canlıların böyle dertleri yok gibi, en azından dışarıdan. Neden algımızı temizlemezsek ağır hatalara sürükleniyoruz; kafatasına hapsedilmiş bir mahkum gibiyiz; yahut sürekli hata veren bir program? Bir gariplik yok mu sizce? Neden olduğu gibi değil hayat ve ölüm yani insan? Adem, “hiç” demek de ondan.

Yorum Bırak

Tenbel mi tembel mi? Her nasılsa işte…

Tam çok güzel bir roman yazıyordum ki hiçbir şey yapmadan oturmak daha güzel geldi yine. Oysa ki insanlık tarihinin en güzel romanını yazacaktım. Belki kalemtraşla sivrilttiğim kurşun kalemimi kulağıma takacak, belki dağlardaki yeşil ormanlara bakan bir terasta yüksek sesle klasik müzik dinleyecektim. Nobel ödülünü kabul ettikten sonra ülkemiz ve insanlık hakkındaki nadide fikirlerimi yarım saati on bin dolardan verdiğim ropörtajlarla tüm dünyayla paylaşacaktım. Olabilirdi. Fakat bunların hepsinden güzeli, öylece uzanmak, tembel tembel oturmak gibi geliyor bana. Saatlerce, günlerce, hayatlar boyu; dağ kadar, çöl kadar koca bir tembel… Ah hiç bir şey yapmadan. Girecek de, gelişecek de sonuçlanacak, peh peh peh……

Yorum Bırak

Mahallemiz sakinlerinden

Ahmet doğdu, altmış yedi sene yaşadı, öldü. Ayakkabılarıyla kıyafetleri fakir fukaraya dağıtıldı. Evdeki eski mobilyalar için ölümünden bir ay kadar sonra bir eskici çağırıldı. Eskici, sair mobilya, tüplü televizyon, buzdolabı ve çamaşır makinesine yüz elli lira değer biçti. Bu işlerle, Ahmet’in iki çocuğundan biri olan Şevket Bülent ilgileniyordu. Yeni Zelanda’daki diğer oğlu Servet Cemal cenazeye yetişmesi mümkün olmadığı için hiç yerinden kıpırdamamış, kardeşine telefon edip birkaç sıradan ölüm kelamı etmeyi yeterli görmüştü. Şevket Bülent mobilyalardan eskicinin almak istemediklerini hamallara ve kamyonetin şoförüne teklif etmiş, bir kısmını da bu şekilde elden çıkarmayı başarmıştı. Annesinin otuz yıl kadar önce çok beğenerek aldığı,…

Yorum Bırak

Dünyanın en güzel dayak yiyen adamı

Dünyanın en güzel dayak yiyen adamıydı Olcay. Dayağı kendi arar, sopa yiyeceği adamı özenle seçerdi. Kışkırtma seviyesini ve üslubunu karşı tarafın meşrebine göre öyle isabetli seçerdi ki, o dayağı muhakkak yerdi. Damara basmak konusunda yıllar içinde nasıl bir ustalık kazandıysa, seçtiği adamın ona temiz bir dayak atmaktan kaçınmasının imkanı yoktu. Bir dayak yediğine kendini bir daha dövdürmezdi. Ağzı yüzü iyileşmeden yeni bir maceraya atılmamak da bir diğer prensibiydi. “Tip kayık olunca güzel dövmüyolar abi” demişti bir seferinde. Dünyanın en güzel dayak yiyen adamı Olcay’ı bugün ilk defa birini döverken gördüm. Adamı dövdü, dövdü, dövdü, dövdü. İşi bittiğinde yere serilmiş takım…

Tek Yorum