Şu Tekeli’ye öğretemedim bir türlü. Birinci kadeh peynir ve kavun içindir. İkinci kadehle zeytinyağlılar, üçüncü kadehte ara sıcaklar gelir. Dördüncü kadeh ana yemek içindir ve beşinci kadehin ortasına kadar sürer. O son yarım dublede kaymaklı ayva tatlısı gömer kalkarsın. Ha mekan sahibi baktı yüke geliyorsun bir tek yolluk da o atar, ayrı hesap.
Dinlemiyordu beni. Sarhoş gözlerini devirip kilimin üzerinden kalktı. Az öteye işemeye gitti.
Erzurum’dan Antalya’ya beyaz eşya işi almıştık. Niğde’ye girdiğimizde gözümüzü kestirdiğimiz bir dere kenarına kamyonu çektik. Ateş yaktık. Rakıyı soğuttuk. Bir büyük bitti. Geldiğinde ellerini derede yıkadı. Haziran ortasıydı, hava açıktı. Alabildiğine yıldızdı. Kayseri çıkışı aldığımız pastırmalar cazır cuzur ötüyordu tavada. İki yumurta kırdım, tavayı ateşe sürdüm yeniden. Islak ellerini üzerine sildi. Gömleğin üst cebinden bir marlboro ateşledi. Radyoda Neşet Ertaş çalıyordu. İkinci şişeyi açtık.
“Bak!” dedi sigarayı üzerime üzerime doğrultarak. Bir şeyi düşünüp tartar gibi elini sallıyordu. Durdu. Tarttığı her ne idiyse yüke gelmedi. Sustu bir süre. Arkasındaki kayısı ağacına asılıp bir yemiş kopardı. Kokladı uzun uzun. Düşündü, tarttı, kokladı, başladı tekrar:
“O zamanlar nalburda çalışıyorum. Her gün işe yürüyerek gidiyorum. Kasımdı. Yağmur vardı. Bir kadın vardı. …”
…
Bir kadın vardı.
…
Ve kayısı kokuyordu.
Siena’dayım. Hava açık. Alabildiğine yıldız. Ondördüncü yüzyıldan kalma evlerin, sokakların, hatta mumla aydınlatılan geçitlerin arasından ilerliyorum meydana doğru. Sokaklar karanlık ama yıldızlar var. Yüksek binalardan dolayı ışıkları sokaklara düşmese de meydan aydınlıktır besbelli. Salyangoz mahallesinden at mahallesine geçtiğim esnada kagir konservatuar binasından keman sesleri geliyor. Durup bir süre dinliyorum. Hatalı bir vuruş ve ses kesiliyor. Kıkırdıyor ardından, kız. Sonra bir oğlan sesi. İki üç cümle bir şey söylüyor. Öpüşüyorlar. Rönesans tipi, pencereleri yukarı katlarda gittikçe daralan binanın en alt kat pervazından görüyorum şimdi onları. Devam ediyorum meydana doğru. Porsuk mahallesi daha da karanlık. Burada daha da eski yüzyıla ait yapılar var. Daha kasvetli, daha yüksek binalar ve daha dar sokaklar. Bir kağıt dükkanının vitrine gözüm kayıyor. Antetli kağıtları, mühürleri, tüy kalemleri incelerken nerden çıktığını anlamadığım 3-4 at hızlıca giriyorlar sokağa. Yalpaladıklarına göre yan sokaktan çıkmış olmalılar. Dengeyi bulup üzerime sürüyorlar. Atların üzerindekilerin elbiseleri yeşil ve siyah. Bunlar baykuş mahallesinin çocukları. Bir kaç gün sonra meydanda yapılacak yarışa hazırlanıyorlar. Kendimi birden duvara yapıştırıyorum çarpıp beni de sürüklemesinler diye. En arkadaki atın sağrısı omzumu sıyırıyor. Öyle geçip gidiyorlar geldikleri gibi. Korkum geçince hızlı adımlarla meydana çıkan son geçide giriyorum. Matmazel Arya el sallıyor pencereden. Buranın resmi tek orospusu. Teni buğday ekmeği ve kayısı kokuyor. Ve işte meydan. Alabildiğine büyük, etrafı 12. Yüzyıldan kalma yüksek binalarla ve altındaki 9 geçit ile çevrili. Geçitlerin olmadığı yerde pizzerialar, cafeler ve restoranlar… Yıldızların ışığı orta kısmına doğru ilerledikçe çukurlaşan meydanı dolduruyor. Meydanın batı kısmında ortaçağ katolik kilisesi ve tam diğer ucunda Roma’daki aşk çeşmesinden de eski sevinç çesmesi var. Meydanı kaplayan simetrik bordür taşlar sivri bir pik haline gelip kilisenin kapısında birleşiyor. Meydanın taşlarıyla birlikte Meryem Ana’nın pelerinini simgelediğini, dolayısıyla taşlar üzerinde bulunan herkesin Anne’nin koruması altında olduğuna dair bir inancın olduğunu öğreniyorum elimdeki kitaptan. Pizzerialardan birinde safranlı risotto deniyorum bir bardak bayaz şarap eşliğinde. Fena değil, fena değil… Meydanı izleyip gidip yatıyorum bir süre pelerinin üzerinde. Gün boyu güneşten ısınmış taşlar anne sıcaklığıyla sarmalıyor beni. İçim geçiyor. Uyandığımda etrafta kimse yok. Hava aydınlanmaya başlama öncesi en koyu laciverdini yaşıyor. Derin derin içime çekiyorum geceyi. Kaç saat uyumuşum? İki? Üç? Kalkıp yüzümü ovuşturuyorum. Arya’nın kayısı kokulu göğüslerinde uykuyu tamamlamak için ağır ağır çıkıyorum meydandan.
"Ördek başı yeşili kadife ceket ve Schrödinger'in kedisi" tefrikasının tüm parçaları:
- Ördek başı yeşili kadife ceket ve Schrödinger’in kedisi – 1
- Ördek başı yeşili kadife ceket ve Schrödinger’in kedisi – 2
- Ördek başı yeşili kadife ceket ve Schrödinger’in kedisi – 3
- Ördek başı yeşili kadife ceket ve Schrödinger’in kedisi – 4
- Ördek başı yeşili kadife ceket ve Schrödinger’in kedisi – 5
- Ördek başı yeşili kadife ceket ve Schrödinger’in kedisi – 6
- Ördek başı yeşili kadife ceket ve Schrödinger’in kedisi – 7
- Ördek başı yeşili kadife ceket ve Schrödinger’in kedisi – 8
- Ördek başı yeşili kadife ceket ve Schrödinger’in kedisi – 9
- Ördek başı yeşili kadife ceket ve Schrödinger’in kedisi – 10
- Ördek başı yeşili kadife ceket ve Schrödinger’in kedisi – 11
- Ördek başı yeşili kadife ceket ve Schrödinger’in kedisi – 12
- Ördek başı yeşili kadife ceket ve Schrödinger’in kedisi – 13
- Ördek başı yeşili kadife ceket ve Schrödinger’in kedisi – 14
- Ördek başı yeşili kadife ceket ve Schrödinger’in kedisi-15
- Ördek başı yeşili kadife ceket ve Schrödinger’in kedisi-16
Yorumlar