Ne zaman aklına koymuştu bilmiyorum. Her akşam elindeki torbada beş ekmek, dönerdi evine yorgun argın. İki çocuğu vardı. Vakti gelince evlendiği bir de kadın. Saçlarını yana tarar, hep kahverengi takım elbise giyerdi. Bakınca anlardınız memur olduğunu. Yılbaşında piyango da alır mıydı bilmiyorum. Alıyordu herhalde. Her gün daha sessiz oluyordu yalnız. Bir gün, kaset almakla yarım kilo kıyma arasında bocalarken yine, televizyonda Hülya Avşar’ı dinleyeceğini düşündü. O gün bir kaset aldı kendine.
Önce anne babası vardı. Anne babası, hep fakir, hep yorgun, vicdanında unutmasına izin vermeyen sızı. Sonra dedim ya zamanı geldi evlendi. Anadolu’da kasabadan kasabaya dolanırken evlilik kurumunu eleştiremez insan. Yapılacak en iyi şey evlendiğin kıza aşık olmaktır. Sonra aşınır tabii her şey. Çocuklar geldi zamanla. Onların yüzleri aklına düşünce vazgeçti iki tek atmaktan; gitti pantalon aldı oğluna. Ve ne zaman boş kalsa elleri, vazgeçse para harcamaktan, ne zaman amire kızsa, ne zaman düş kadar güzel bir kız görse, çamurdan bir çaresizlikle ceplerinde sakladı ellerini. Elleri hiç öfkeyle yumruk olmadı, hiç uzun sarışın bir kızı okşamadı. Biraz önce reddedilmiş liseli aşık gibi biliyordu dünyanın yakışıklı zengin çocuklarını daha çok sevdiğini. Biliyordu dünya başkasını seviyor.
Buraya kadar sıradan olan hikayesi milyonlarca benzerinden farklılaştı. Temiz kaldı. Nasıl yaptı bilmiyorum, bu adam kirlenmedi. Yaşı kırkken, memur olmaktan da utanmadan, komşusu üniversiteli kıza aşık oldu. Ne asansörde seks, ne denk getirip becermek. Apatmanın kapıcısından farkı buydu. Kızıl saçlı kız her gülümsediğinde koptu içinde yaşanmamış bir hayat. Eve gelen hip-hopçu oğlanlara bile kızamadı. Evden çıkış saatlerini denk getirmeye çalışıyordu yalnız.
Sonra bir gün yoruldu kendi olmaktan. Bütün bir hayattan geriye acı bir gülümseme kaldı, her gün sokaklarda milyonlarcasını gördüğün kaba saba suratında. Bozkırda yaşlansa da sulara bıraktı bedenini. Depresyona girmiş dedi komşuları.
Yorumlar