Göçebe tatar ve türkmenlerden kurulurdu “baldırı çıplaklar birliği”. Çoğu zaman üstlerini örtecek iki parça giysileri dahi olmazmış baldırı çıplakların. Savaşta öldürdükleri düşmanın silahları, elbiseleri onların olur; fethedilen kentten ganimet ve evlenecek bir de kâfir kadın verilir.
Avrupalı ordular en önde zırhlı askerler bulundururmuş. Bizimkiler ilk önce baldırı çıplakları yollar. Silahsız, zırhsız, tüy gibi hafif adamlar. Zırhlı askerler onlarla uğraşırken yorulur. Yeterince yorulduklarına karar verilince gerçek askerler meydana sürülür.
Bu silahsız birlikler şovalyeler tarafından doğrandıklarını farkedince geriye kaçarmış hep. Bunun için hazır bekleyen osmanlı okçuları kendi askerlerini oka tutmaya başlar, baldırı çıplaklar geri dönerlerse yaşam umudu olmadığını farkeder, bir umut geri düşmana yönelirlermiş. Böyle bir kaç bin baldırı çıplaktan yüz tanesi sağ çıkmaz savaştan.
Anadoludaki türkmen beyleri sürekli olarak asker ve vergi vermekten bıkmıştır, çoğunluğu alevi. Sonunda hepinizin bildiği alevi-sünni çatışmaları gelir. Anadolu yüzyıllar süren bir politikayla sünnileştirilecektir. İşin ilginç yanı inancın biçimi ne olursa olsun görüntü değişmez bir türlü. Uçsuz bucaksız çorak topraklar. Bütün bir ovada birkaç ağaç. Öğle sıcağında gölgeye sığınmış bir adam ve boz eşeği. Antropojen bozkır, yani insan eliyle bozkırlaştırılmış. Daha da açık ifadesi ormanların yangınlarla, ısınmak için ve daha kim bilir neler için yok edilmesi.
Onbeşinci yüzyılda Karadeniz’de aslan olduğu anlatılır. Bilinen son pars Bolu yakınlarında altmışlarda avlanmış. Bir köy panayırında içi doldurulup para karşılığı halka gösteriliyormuş, devrik bir hanedan üyesinin sonu gibi. Köylü eğlencesi haline gelmek. Tarım ilaçlarının gelişiyle kökü kazınan yılanlar, kartallar, baykuşlar, çoktan tarih olan vaşak ve kurt. Göçebelikten vazgeçse de yeni bir kültür yaratamamış bir kalabalığın kendi ülkesini istilası.
Şehir kurmak bilgisinden yoksundur bu kalabalık. Bina inşa etmeyi de bilmez. İstanbul fethedildiğinde yapı ustalarının kentten ayrılmak gibi bir ayrıcalığı bulunmadığından Osmanlı topraklarında kalırlar. Bizanslı yapı ustalarının sayesindedir Mimar Sinan’ın ortaya çıkışı. Türkler bir şeyler inşa ettiyse bu Bizans’tan öğrendikleriyle olur hep. Sonuçta bu bilgi aktarılamaz. Böyle nitelikli bir bilginin aktarımı köylülerin çevirebileceği bir iş değildir. Sonuçta sistem çöküp keseler dolusu altın harcayamaz hale gelince bütün mimari bilgisi kaybolur. Bu gün evinize bir pencere çerçevesi yaptırın, kapı yaptırın göreceksiniz paranız olsa da iyi bir usta bulmak neredeyse imkansızdır. Örneğin amerikan filmlerine özenip dubleks bir ev yaptırdınız. Odanın içinden üst kata çıkan bir merdiven yapılacak. Bunu bir kaç büyük şehirde kıvıracak usta bulunur. Mimar ne çizerse çizsin. Taşranın binlerce ustası yalnız apartman merdiveni yapmayı bilir. Bugün bu kadar çirkin şehirler, kasabalar yığınıysak parasızlığı bahane gösterip sıyrılamazsınız. Büyük bir iş merkezi kurulacaksa gidip Almanya’dan adam getirilir. Hangi inşaat mühendisliği fakültesi gök delen yapabilecek mühendis yetiştirir. Hiç bir Odtü’lü, Boğaziçi’li bu işi kıvıramaz. Gidip yurt dışında öğrenip gelecek.
Bir köylü ordusunun kendi ülkesini istilasıdır bu. Orman yavaş yavaş nasıl bir bozkıra dönüştüyse, ruhlarımız çoraklaşıyor. Yunus Emre’den bir şiir söyleyebilecek yalnız okumuşlarımızdır. Köylü dediğin düğünde dinlediği hep aynı elli türküyü bilir. Ve bu nedenden aydınlar bir kültürler mozaiğinden bahsettiğinde irkiliyorum. Kilim üstünde bir hitit motifi görmek entellerimizi sarssa da hepimiz biliyoruz o kilimleri dokuyan kızların hayatlarının tek örnekliğini. Ne doğulu ne batılıdır türkiye. Türkiye köylüdür. Köylü olmak Karacaoğlan’ı yetiştirip Tarkaaan diye bağırmaktır. Şimdi bu köylü yığını televizyonlar, gazeteler sayesinde yeni bir hayat keşfediyor. Bütün batılılaşma serüveninin sonucu meyhane taburesinin üstünde kalçalarını çalkalayan kızlar olacakmış demek. İşte kara çarşaftan, ezilmekten kurtulmuşlar en sonunda. Ülkenin çoğunluğu televole hayatı yaşamıyorsa bu yaşayamadığı içindir, kendimizi kandırmayalım. Ve köylü Sabancı’nın Atlı Köşk’ü bir müzeye çevirme gayretine dikkat edelim. Bir evi Osmanlı eserleriyle doldurmasına dikkat edin. Toyota’nın sahibi geliyor, Atlı Köşk’e, Bush geliyor, Atlı Köşk’e. Bu şekilde ayakta kalıyor, saygı görüyor.
Türk halkı kravatları, tenis raketleriyle sap gibi ortada kalmıştır. Delikanlılar ellerindeki gitarlarla ancak kumsalda kızlara asılmayı deniyor. Batı medeniyeti doğu medeniyeti tartışmasından daha hayati olan medeniyetsizliğimiz. Bu toprakta artık islam da, marksizm de, aydınlanmacılık da esip geçiyor. Hepsi gelip geçen birer rüzgardır. Erozyon yalnız toprakta değil, insanın tam içinde. Bu toprakta soylu hiçbir fikir tutunup yeşeremez şimdi. Bir deprem olur yıkılır kurduğun şehirler. Bir deprem olur silinir hafızalar.
Yorumlar