Üç aşk hikayesinin üçüncüsü
– Pardon kardeş, bu fotoğraftakini tanır mısın?
– Yok abi tanımıyorum
– Karnın aç mı?
– Aç
– İyi, hadi bi çorba içelim madem senden
Taşkın abi bu sohbetle karara varacak olsan bir nevi dilencidir. Kendisiyle ilişkini bu noktada keser, tatsız bi yüz ifadesiyle “deli midir nedir?” diyerek arkanı dönüp gidersen; “Mecidiyeköy metrobüs durağı çıkışında bir deli vardı bugün, fotoğraf gösterip para koparmaya çalışıyordu” diye anlatacağın, pek de kimsenin ilgilenmeyeceği bir günsonu anekdotu olur ancak. İki gün sonra da onu ne sen hatırlarsın ne de bahsettiğin arkadaşların.
Bizim hatıramızda konu çorbacıya taşındı. Çorbacısını da önceden belirlemiş olan Taşkın abiye iyi hadi tamam, deyince gel dedi, koluma girdi, günlerdir üç öğün içtiği çorbaların en güzel nerede yapıldığını tespit etmiş olmanın haklı gururuyla beni çorbacısına götürdü.
Bu rutin her gün benim gibilerle tekrarlandığından, çorbasını rahat rahat içebilmek için masaya oturur oturmaz hikayesinin ana hatlarını anlattı. Aşık olduğu kadını arıyormuş. Elinde bir fotoğraf, istanbul’u semt semt geziyor. “Büyüklüğüne göre. Kimi ilçede on beş gün geçiriyorum kiminde bir ay”. Abi dedim öyle iş mi olur? 118’e filan sor ne bileyim instagrama baktın mı hiç? “Istarnam” ne? dedi. Bahsettim. Açtım gösterdim. “Bunlar… evet…” dedi. “Bunlara isim lazım yalnız. Bende ismi yok. Ama iyiymiş.
– İsmi niye yok? Unuttun mu?
– Yok. İsmini vermedi.
– Niye? Yani nasıl?
– Vermedi
Peki, dedim nasıl aşık oldun? Nasıl tanıştınız? Ne kadar görüştünüz? Tanışmadık, görüşmedik kardeşim. Ben yürüyordum. O da bana doğru yürüyordu. Onu görünce ben durdum. Dedim en azından daha uzun süre görürüm yani durursam. Şimdi yürüsem daha çabuk geçeriz birbirimizi. Şimdi öyle olunca bu sefer o da durdu. Elinde Bim poşeti. Böyle elbise filan. Benim üstümdekiler eskiydi tabi biraz. Korktu herhalde. Neyse ben şu şekilde genişten alıp hani uzaklaşıp etrafndan dolaşayım bari diye yürümeye başladım. Ben yürürken bu da benle dönmeye başladı. O dünya ben ay. Etrafında dönüyorum. Döndü döndü. Ben bakamıyorum tabi ama göz ucuyla görüyorum. Baksana deyince durdum baktım tabi. Baksana dedi sonuçta. İşin gücün yok mu dedi? Ben de, var da dedim, bugün çalışmıyorum. Arkadaşlara gidecem dedim. Hani yalandan o şekilde söyledim. Halbuki yürüyorum yani boş boş. Neyse, gel dedi şu poşetlere yardım et, para vereyim. Ben de dedim yardım edeyim de paraya gerek yok yani. Neyse yardım ettim. Otobüs durağına kadar götürdüm poşetleri. Beş lira verdi bana. Aldım tabi. Orda, içimden dedim şimdi otobüs gelir bu gider yani. Bi’şeyler demek lazım. Yani yürürken de düşündüm ama bilemedim ne diyeyim. Ayıp mı olur gibisine. Bi şekilde kendimi cesaretlendirip adınız ne dedim. Bak dedi, sen de benim hoşuma gittin ama olmaz. Bu böyle kalsın. Ama şu üstünü başını temizle ütüle. Böyle yapma. Sonra otobüs geldi. Bindi gitti.
– Sen de aşık oldun?
– Oldum vallahi. Arıyorum
– Fotoğraf?
– Beş liranın içinden çıktı
– Peki bulsan ne diyeceksin?
– Hiçbir şey. Sadece beni böyle görsün bir de. Yeni gömlek, pantolon aldım. saçları sakalları kestirdim. Ayakkabılar da son moda. Bilsin yani.
– Merhaba da mı demeyeceksin?
– Ya şimdi ben yine bakarım öyle uzaktan. Gösteririm yani kendimi. Ama o yürür giderse ben de uzarım. Merhaba derse ben de derim tabii.
– Peki nasıl bir şey bu aşk?
– Boş adamsan çok güzel bi’şey. İşin gücün varsa siki tutarsın. Ben boş adamım. Her türlü kovalarım. Canın onu görmek istiyor işte. Yahu hani kışın gecenin köründe sigaran biter üşenmez benzinciye kadar yürür alırsın ya, işte biraz onun gibi. Tiryakisi oluyorsun işte.
Hayatımda işittiğim en tuhaf aşk tanımının ardındından Taşkın abi “hadi bana müsaade. Çalışmalara devam etmem lazım.” deyip elimi sıktı.
-Kolay gelsin abi
-Eyvallah kardeş. Kesene bereket.
Taşkın abi bana eski bir anıyı hatırlattı. Mustafa hoşlandığı kızı uzaktan görsün diye gecenin bir yarısı Bursa’ya gidişimizi. Elimizde adres, bir termos kahve, apartmanı gören bir parkta bekleyişimizi. Yirmi yaşındaydık. Bundan yirmi sene önce. O zaman güvenlikli siteler yoktu. Vardı da çok az vardı. İstanbul’da vardı. Düş Sokağı Sakinleri de vardı mesela. Bir dolu naif romantiği Ankara’ya sürmüşlerdi. Biz dahil. Dünyanın her yerinden müstesna, hala rock’n roll vardı mesela orada. Rock’n roll ankara’da ince bir alev halinde hala yanar gerçi. Gizemli bir tarikat onu Ankara’ya soteledi. Neyse, bi dolu enayiydik yani. Bizi sikmesinler diye Ankara diye bir yer yaptılar. Bizi de oraya koydular. Yetmedi hepimizin başına birer de polis koydular. Yazık dediler. Bunları İstanbul’a göndersek böbrek dalak ne varsa alırlar bu çocuklardan.
Diyeceğim; Taşkın Abi aşık olduğu kadını bulacakmış, kıyafetini gösterecekmiş. Saçlarını , sakallarını kestirmiş. Bambaşka bir insan olmuş. Size denk gelir de fotoğraftakini tanıyor olursanız, söylemeyin tanıdığınızı. Taşkın abi niyeti bozmuş. Taşkın abi orospu çocuğunun teki. Ayık olun. Burası İstanbul.
"Üç Aşk Hikayesi" tefrikasının tüm parçaları:
- Buzdolaplı Hikaye
- Deli Hikayesi
- Mecidiyeköy Hikayesi
Yorumlar