Hikayemiz İstanbul’da başlar, Pera’daki meyhanelerde şarap açılır, acılı pirinç yenir. İlla arsız ve orta yaşlı ter kokan bir kadınla yatılır. Beyaz rusların işlettiği meyhanedeki garson kıza aşık olunur. Pek bir yaşam sevinci, fıstık çamlarının sızlattığı tatlı bir hüzün, çaktırmadan ince ayar bir nihilizm mayalanmıştır.
Aradan 10-15 yıl geçer. Gençler Ankara kaldırımına düşer. Kömür kokan kış akşamlarında aşık ve sarhoş o kaldırımlar arşınlanır illa. Dil daha bir kıvraktır, devrim şart olmuştur. ODTÜ stadında mumlar bile yakılmıştır. Ümit her şeyden çok ve yoğundur, öfkeden bile.
Hikayenin sonu acıklı biter. Gençler İstanbul’a dönmüştür, ortada ne dil kalmıştır, ne çamlar. İnternet vardır, internet gerçekten var mıdır? Aydınlanınca da pek bir bok olmamaktadır, kararınca daha kötü olmaktadır.
Hikayenin gerçekliği sert ve katı oluşuyla, yüzümüze tokat gibi vuruşuyla ölçüldüğünden en harbi hikayeler aslında travestilerde durmaktadır. Ancak azınlıklardan içimiz dışımıza çıkmıştır. Yavşakça özür dilemek dışında içimizden gerçekten kılımızı bile kıpırdatmak gelmemektedir. Halk LCD televizyon istemektedir. Hikayesi anlatılır gibi değildir, kendisi dahi dinlemeyi reddetmektedir, ki bize nedir.
Bizimkiler farklı pozisyonlarda sevişerek varoluşçuluk oynamaktadır ve üfff canları çok sıkkındır. Artık öyle olmuştur ki entel diye dalga geçen bile kalmamıştır. Unutulmaya yüz tutmuş olan hangisidir, Hacıvat mı Karagöz mü?
Yitirilen nedir? Yitirilen göz yaşı dökme kabiliyetidir.
Yorumlar