Sonra başlar kabak kemane, hüzünle ümidi birbirine katmaya. Tepemize solgun bir güneş asarız, çocukluğumuzun o yazından hatıra. Yıldızlar takılır, mevsimler yavaştan kurur. Dünya yokolmadan, şarabın, ayvanın ve armudun iyisini hazırlar, son bir sofraya oturduk mu kardeşler, ağzımızı bursun şarap ve ayva. İçimizden dökülen ümitli bir hüzündür o saat. Ve başlar sazlar çalmaya. Tepemizden şıpır şıpır damlar gece gözlerinde, karnında. Baktığın her yere, yıldız düşer, tepemizden şıpır şıpır damlar yıldızlı gece. Bir bakarsın hiç küsmemişiz birbirimize, bir bakarsın bir köşe başında karşılaşmışız. Ceylana benzeyen bir kadın ve körük gibi soluyan ciğer, bir çığlık sonra, kendine getiren.
İnsafsızdır, gavurdur zaman. Bakışlarımız sarı bir çöl artık. Sabah ayazında öter serçe. Saklarsın içinde, bak bir serçe ötüyor demezsin, bu geceden bir aşk doğmasın diye. Hem sen de güneşin önünde güneşe bakan bir çocuk gölgesine dönüşmedin mi? Beni şaşırtmadın mı? Güneşten çiçeğe, çiçekten arıya, arıdan bala bu sarı akmadı mı? Ben biliyorum, bütün yaptıklarını izledim senin. Işık o yüzden böyle yorgun tosladı içime. Bir şeylerin peşine düşecek takatimiz kalmadı, bırak ötsün serçe. Derdi neymiş anlatsın, vardır her derdin bir dinleyeni.
Ağlar kabak kemane. Çabuk gel ey gece. Bırakma bu koca yuvarlak güneşin insafına. O buldukça dağılır, sen dağıldıkça bulursun, ey gece. Sonra masalar var, tabaklar var, sonra çatallar kaşıklar var gümüşten bile. Yemek yerken kendimize dayanamıyoruz. Şekilden şekile, eğil bükül. Basar kök boyası mührünü ateş. Yanan topraktır, o öper, kasıklarından kalkan rüzgardır, serindir, dolaşır üstünde. Ayaklarını bir dağ başında serin bir pınara sokarsın, hemen başlar acımaya. Selam sana ey pınar ve yumurtalarını salmış yaşlı kurbağa. Pınar telaşsız aksın bir vakit, vızıldayan sineklere gölge açın. Kör dansı başlayacak. Tüyden hafif bulutlar, siyaha çalmış mavi. Bir kanat çırpışıyla meleğe dönen kumrular, ağlar kabak kemane…
Yorumlar