Karanlık gökten sümüksü, yılışık devriliyor yağmur. Kaldırımlarda gevşek su birikintileri ve üstlerinde kıvranan şehir ışıkları… Uzun bacaklı bir kadının topuklu ayakkabılarıyla yürüyüşünden, küçük gemilerin sessizce boğaz’da süzülüşünden ve kahraman bir edayla balıkçı sığınaklarına dönüşünden, kıçına kadar donmuş itler gibi titrediğimizden ve ölümden nasıl soluksuz korktuğumuzdan habersiz hüzünlü bir nem püskürüyor ciğerlerimize.
Boşandığı eşini özlediğini sanan oysa derdi akşamları konuşacak birini bulamamak ve bir kadın tenine dokunamamak olan bir ayyaş derinden patlatıyor narasını. Evinde oturmuş kocasını bekleyen kadın, içi ürperiyor korktuğunu söylüyor kendine. Bir kadının tahrik olmasıyla korkması arasında geceyle gündüz gibi incecik bir sınır var. Ürperip kollarındaki tüyler diken diken olduğunda o çizgiyi aşıyor kadın. Biraz sonra kocası gelecek, sıcak bedenini üşümüş adama sunacak. İşte bu işe yarar sarhoşlar, uzun süreli evliliklere heyecan katmaya.
İstanbul’un erkekliği neresi? Soruyor yalpalayarak yürüyen sarhoş adam. İstiklal diyor gülüyor kendi kendine… Beni düzdükçe uzuyor sanki.
Yorumlar