Maçın 72. dakikasında girdim, çay ocağının şeffaf tente ile çevrilmiş dört beş masalı dükkan önü bahçesine. Biraz yağmur yağmış, yerler ıslanmış, hava serinden soğuda dönmüştü.
Girdiğimde; iki garson duvarın köşesine yukardan asılmış televizyonun dibinde bir yandan maçı izliyor, bir yandan göz ucuyla masalara bakıyordu. Girişte soldaki amca mavi tükenmez kalemle iddia kuponu dolduruyordu. Yanımdaki masada karşılıklı oturan erkek ve kadının baba kız olduğunu tahmin ettim.
Maç 1-1 devam ediyor hiç heyecan vermiyordu. Bir çay söyleyip sigaramı yaktım.
Kupon dolduran amca, gazete sayfasına dalmış, yarım kalan çayını soğutmuştu. karşısındaki sandalyede yaldızlı pembe bir poşet vardı. Poşette neler olduğu belli değildi. Evden çıkarken elindekileri bir şeye koymak istemiş eline ilk bu poşet geçmiş/tutuşturulmuş gibiydi. Amcanın elinde tuhaf görünen bu poşetle amcanın birlikteliği ihtimal kimsenin ilgisini de çekmemişti.
Baba kız, masanın kenarına muz ve elma poşetlerini koymuşlar konuşmadan otuyorlardı. Kız bir süre telefonu ile oynadı. Baba, telefona bir iki baktıktan sonra çayın kalanını bir yudumda bitirip yenisini istedi. Garsonlardan biri bir gözü devamlı maçta, boşu alıp, yenisini getirdi.
Baba bir süre kızına baktı. Kızı babasının baktığını fark edince telefonu kapatıp “çok uzattın baba” dedi.
Bu sözden bir kavganın hemen ardında olduğumuzu düşündüm. Hakemin kararına tepki veren garsonun sesine, hepimiz televizyona bakıp tekrar kendi meşguliyetimize döndük.
Baba “kızım öyle diyorsun da, iki çocuk var onlar ne olacak” diye sordu. Kavganın baba-kız arasında olmadığını anladım.
“Bak çocuklar ne kadar dedesinin evi olsa da yadırgıyor, alışamadılar. Okulları uzakta kaldı, bir otobüsten in diğerine bin, ne ben ne Efe kaldıramıyoruz. Aynı yolu gelip gitmek çok yoruyor beni. Efe’nin okulu bitene kadar bekliyorum. Evde annen bi başına ne yapıyor onu da bilmiyorum, sen de bir türlü rahat edemedin” dediğinde kızı babasının lafını kesti.
“Ben çocuklarla yük oluyorsam bulurum bir ev giderim baba. Çocuklar da alışacak artık. Bi onlar mı bu halde olan” diye konuyu kapatmaya çalıştı.
“Yük değil kızım da, annen de ben de iyi değiliz ki. Bak daha altı ay öncesine kadar çalışıyor, ev taksiti ödüyordum. Bir kazayla her şeyden oldum. Çalışamadığımı da geçtim, dinlenmesem bi saatten fazla ayakta bile duramıyorum, sen sabah gidip akşam geliyon, çocuklara yetişemez olduk biz” dedi baba.
Maç bitmek üzereydi, uzatmalar gösterilmiş, başka gol atan olmamıştı daha. İkinci çayımı isteyip saate baktım.
Kız biraz sinirlendi. “Senin evine, işine, parana güvenip ayrılmadım ben baba. Ama babamdır dedim yanına geldim. Senin yanından da giderim ama o adama dönmem” deyip çantasından sigarasını çıkardı. Babanın yüzünde, oturuşunda yorgunluk vardı.
İddia oynayan amca, hâlâ gazetedeki maçları inceliyordu. Maça dalan garsonlar amcanın soğumuş yarım çayını almadılar. Maç, son dakikalardaki bir iki kavganın ardından 1-1 bitti. Garsonların sonuçtan memnun olup olmadıklarını, dahası kuponların yatıp yatmadığını anlayamadım.
Kadın muz ve elma poşetini alıp “kalk artık gidelim” diyerek babasını beklemeden çıktı. Baba kızının ardından baktı, “sever adama kaçarsın, döver babana kaçarsın, her seferinde de beni yakarsın” diyerek kalkıp ardından yürüdü.
Çayların parasını, çay tabağının kenarına bırakıp kalktım. İki çaya dört hikaye, her birinde biraz baht biraz şans, biraz hüzün biraz acı gördüm diye düşündüm.
Yazılarınızı ilgiyle takip ediyorum. Elinize sağlık Tahsin Bey.