her şey düşlendiği parlaklıkta kalsa kimsenin kalbi falan kırılmazdı.
onu tanımayan bir insanı endişelendirecek bir sükunetle sigarasını söndürmüş, şöyle bir doğrulup kapıya doğru bakmıştı. susuyordu ama sırtının, boynunun her kıvrımıyla konuşuyordu bağıra çağıra. son iki saattir sehpada küçük depremler yaratan telefonu ritmik iki artçı sarsıntı sonrası durulmaya karar vermiş; bana ise usulca sönen ışığını takip etmekten başka yapacak bir şey kalmamıştı. ekranda yazanları bilmemize ihtimal yoktu ancak isabetli tahminler yapabilecek kadar öngörü sahibi insanlardık şunun şurasında.
iki cümlelik daha sustuktan sonra yeniden yanıma uzanmış, iki tekil çaresizliği yan yana getirmek işe yarayacakmış gibi koynuma sokulmuş, iki elini bir yapmaya karar verip göğsüme yaslayıp öylece kalmıştı.
nefesimi teninden süzüp içime çekiyordum. aksini yapmam için elimde bir kişi ve binlerce sebep olmasına rağmen o an hayattaki varlığımı tamamlayacak daha iyi bir seçeneğim yoktu. aldığım nefesle bir şeyler diyeceğimden emin olmalıydı ki üzerimi örter gibi öpmüştü dudağımın kenarından. “uyu” demişti, “sabaha anlatırsın.”
oysa uyandığımda yanımda olmayacağını biliyordum. aslında bir orospuluğu da yoktu ama bu yaptığı düpedüz kahpelikti.
Yorumlar