biriktirdim sevdalarını sonbaharın…
biriktirdim sevdalarını, sonbaharın deminde
sezmiştim
yağmura denk gelecek yersiz bir öfke vardı
sancıya döndü ansızın umut
beklenmedik bir yoldu yine
yine yaklaşıyorduk bir yerlere, asi, usul
sevgili!
seni bekledim diye…
“seni bekledim” diyebilmekten geçiyordu gün
suskun duvarlar –ki ne olacaktı?– yüzüme
bakıp durdular. öyle tenha tanıdım ki hayatı
her sokakta her rüyada bağırmak
yaşamaktan bizden bir imza bir iz –ikimiz–
bir ses olsun istedim
fazlasıyla susmuştum,
karanlıktı…
bir çaba, bir umut için…
bir çaba, bir umut, içinden çıkılmaz işti
ne zor kazançtı kimi
ikimiz bir belki’ye anca yetiyorduk
sabrın kanıtlarıydık bir anlamda
buluştuğumuz yerler yağmalandı sonra
çokça saklanmaktı sevda
sevda
tıkabasa…
ellerimi tut…
ellerimi tutsak bir
hayalden temizledim (yani hazırdım artık)
yenik çocuk hırsıyla başladık yeniden
gözlerin çakmak çakmaktı
gözlerim çelik çomak…
öğrenmişlerdi, herkesler oradaydı
önemliler önemsizler ve roman kahramanları
(sevgililer, sevgisizler…)
içimizdeki casusları söyleyecektik sanki
içimize sızan hayatı çağırdık birden bire
bir uğultu koptu sonra
tehlikeliydik artık…
sevdadan yana…
sevdadan yanan bir gül sararırdı ancak
ki gözleri ölümden beterdi sevdanın
yıllarca uyumamışlığın zahmetinden yeterdi
bir yerlerde unutulmak heveslisi çocuğu
gizliden gizliye takibe mecburdu
kaybettiği anda bitikti işi
zamanlıkların arasından bir şey sıçradı!
titredi sevda, gözünü açtı…
görülmüştür!
görülmüştür artık damla ya da göl olmak istemediğimiz
nehir başlattı bunu biz de izledik
bilinen son hikâyeyi bir çağlayan anlatır şimdilerde
biz akıp gideli çok zaman oldu
sabahın ilk sesleri gibi mahmur bu sevda yine
biz akıp gitmişizdir
elini, tutmuşumdur…
yitik bir bahartesiden türedi sevda
yitik bir sevda…
Eylül 2000 – Ocak 2009
Nehirde çağlayan suyu tutmaya çalışıyorum olmayacağını bilerek, elim suda hep o yüzden, hep buz gibi… Bazen korkuyorum, ben elimi sudan çıkarmadıkça elimde kalan kokun da gidecek diye… çıkarırsam da sen… X…