canım pırasalı börek istiyor. annemi arıyorum evde pırasa var mı diye. “var”, diyor. “zeytinyağlı pişirdim.” telefonu kapatıyorum.
tam da şu anda bu haberi beklermiş gibi oturuyorum odamda. önümde jose saramago’nun körlük’ü. T. bir günde okuyup bitirmiş, bir hevesle verdi bana. zorla yüz ellinci sayfaya kadar gelebildim. devamına mecalim yok. sonunu öngerebildiğim, onca edebiyattan sonra ancak ‘siyasi’ olarak nitelendirebileceğim bir tür. sevmiyorum. hele insanların leş hallerini anlatan hiç bir kitabı. leş leş leş. ne çok söyler oldum bunu son bir senedir. sayfaları rastgele karıştırıyorum; “kör adam o gece, rüyasında kör olduğunu gördü.”
leş.
kitabı kapatıp kalemliğimdeki yeşil kalemlerin uçlarını açıyorum. benim gibi düzeltme ve kerteriz işi ile uğraşanların olmazsa olmazıdır yeşil kalemler. bir de illa mavi mürekkepli dolmakalem. sonuç’u raporlamak için;
kişisel görüşüm odur ki yukarıdaki mavi lekeler muvacehesinde tespit edilen hususlar heyetin takdirlerine…
leş.
canım pırasalı börek istiyor. annemi arıyorum evde pırasa var mı diye. “var”, diyor. “ama karnabahar pişirdim akşam için.”
benim bir sürü bir sürü moleskine günlüklerim vardı nerede acabalar?
dışarıda kış güneşi dediklerinden var. pencereden gözüme gözüme giriyor gün ışığı. camı aralıyorum. hafif bir ürperti. sigaraya boğulmuş odadan sonra iyi geliyor temiz hava. hırkama sarılıp gömülüyorum koltuğa. içim geçiyor gibi gibi. bir düş görüyorum. görüşümde pırasa düşlüyorum. elimdeki kalem düşüyor yere. ucu kırılıyor. hayda…
leş.
odacı muherrem bey dört buçuk kahvesiyle giriyor içeriye. beyaz porselen fincandan bir damla kahve süzülüyor tabağa doğru telvesini terk ede ede… bunda adı henüz konmamış bir şey var gibi gibi…
doğruluyorum. odadan çıkarken sesleniyorum; “muharrem efendi sizin evde pırasa var mıdır?”
cevap vermiyor.
leş.
önüme dönüyorum.
dünya bir düştü.
pırasa düşledim ben de.
(…gibi gibi)
acabalar burada, günlükler kayıp…