Ekimdi, kasımdı, yağmur vardı…
Anlat…dedim,
“Dayak”
‘Ooo hangi birini’ der gibi elini salladı.
-Yediklerini hatırlamazsın oğlum attığını anlat.
Rakıdan esaslı bir yudum çekti, peynirden bir top aldı, yüzünü ekşitti.
-4000’lerden biriydi. Hazırlık sınıfının yokuşunda girişmiştik Babiyle.
-Birinci sınıf bebesinden ne istediniz lan?
-Deli dövmüş bunu çarşıda bir sebepten. Bu da küfr etmiş analı avradlı. Hem de hazırlıkların yanında. Racon icabı bizimki Kuzu Tepe’ye çağırmış bunu teke tek için. Gelmeyince biz de koğuştan alıp dövdük işte.
-…
-Sen?
-5000 ‘lerden biriydi. Elleri cepte selam vermeden geçince Havuzbaşı’nda vurmuştum.
-Oğlum bandodaki çocuğun omzunu kim kırdı o zaman kampta?
-Ben değildim o. Makif çocuğa vurunca çocuk duvara çarpıp omzu çıktı. Zaten hep çıkarmış. Ben sadece yanındaydım. Disiplin kuruluna çıkmasın diye üzerime aldım suçu. Üç ay…
-Nasıl üç ay?
-Üç ay izinsizlik verdiler kamptan dönünce. Ekim ya da kasımdı. Ama yağmur vardı. ’95 baharı bende yok balım o yüzden.
Sustuk bir süre.
Kalktım.
Soğanla biberleri salatalıkla buluşturdum.
Oturdum.
Şimdi anlat…dedim,
“Yediğin dayağın en yakışıklısı!”
Yorumlar