Dindarlığın olumlu halinin eğitimli insanın hayatından tamamen kayboluşu, okuduğu romanda, izlediği dizide böyle bir duyguya yer olmayışını endişeyle izliyorum. İnsan önüne ne konursa onla düşünüp onla hisseder. Liseden beri tekrarladığı dinlerin sömürü ve savaş aracı olduğu analizine sıkışmış insanları gördüğümde üzülüyorum. Kırk yaşında adam hala aynı şeyi söylüyor. Bunda birinci sınıf entellektüellerin din alanını terketmesi en önemli neden gibi. Bu nedenle dinle ilgili olumlu bir durumu hatırlatmak istedim, aslında eskiden mahallede sıcaklık vardı, eskiden yediğimiz ekmek bile daha lezzetliydi, eskiden bayramlar diye giden yakınmalar da biraz bunla ilgili gibi, dinin yitip gitmesi, yani bireyleşmenin hastalıklı bir haliyle. Şöyle başlayalım o zaman, hani IŞİD , siyaset falan çok tartışmalı bir alana da girdik ya;
İslam anlatmayıp eski bir türk mitolojisini anlatalım, Tanrı’nın kalbindeki sevgiden ışık doğdu,
ışık bir ağacı sevdi, ağaç ışığı kabul etti, ağaca düşen ışıktan kurt ve insan doğdu. Tanrı sevgisi baban, ağaç annen, kurt ve insan öz be öz kardeştir.
Dikkat ederseniz dinler genelde bunu yapar, bir kök efsanesi anlatır, biz buradan bütün insanlar, doğa ve varlıkla kardeşlik hissine varıyorsak dindarlık olumlu anlamda gerçekleşmiştir. Bu kardeşlik duygusu dinin öyle bir temelidir ki, komşusu açken tok uyuyan bizden değildir, bu kardeşlik duygusu dinin öyle bir temelidir ki para biriktiren, fırsatı bulunca koltuğa mala düşen dinini kaybetmekle kınanır, bu kardeşlik duygusu dinin öyle bir temelidir ki bir insan öldüren bütün insanlığı öldürmüş gibi olur, bu kardeşlik duygusu dinin öyle bir temelidir ki bir insan hayatı kurtaran bütün insanlığı kurtarmış gibidir, zavallı dindarların asıl islam bu değil diye sızlanıp bir sürü fıkıh tartışmalarına dalıp durdukları, kimsenin de artık ne dediklerini anlamadığı budur. Varlığın birliğine dair bir bakışın çocuğun bile anlayacağı bir hikaye formuna sokulması ve bu yolla kardeşliğin kutlanmasıdır din. Dinler öte dünyaya dair teolojisiyle değil, bu dünyada şimdi insanları yalnızlık zindanından çıkarma pratikleriyle var olur veya kaybolurlar. Kardeşlik yoksa din de orada bitmiştir. O zaman asıl islam bu değildir, asıl hristiyanlık, asıl musevilik bu değildir, asıl budizm , asıl manizm bu değildir yakınması başlar. Bunu diyen adamcağızlara gıcık olmayın, ne dediklerini işitmeye çalışın.
Kardeşlik duygusunu sahici veya sahte bulman, o duygunun seni kozmik bir algıya taşıyıp taşımadığı kişisel macerandır. Psikolojik ve kültürel bir olgu olarak dahi dini algılıyamayan bir eğitimli insan toplululuğu şaşırtıyor beni. Yahu bu din çok eski bir şey, hep mi kötü de insanlar kıçına çivi batırır gibi buna sarılıyormuş. Göbekli Tepe 12000 yıl diyorlar bak.
Bireysel özgürleşmenin insanı apartmanlara tıkıştırıp televizyon izleyen çiftlik hayvanına çevirmesine uyanmak zorundayız, kapitalizmin yeni vaaz ettiği din zaten bir primat türüsün diyor, bir köken hikayesi evrimciler de anlatıyor ama gördüğümüz öyle kardeşlik falan değil baya altta kalanın canı çıksın diye bir düzen var, sakın siz öyle olmayın ama deniyor insanlara. Tesadüfen doğmuşun, hiç bir anlamın da yok öyle ekstradan, ölünce de pamuğu tıkarlar, burda yaşadın yaşadın, zaten hayvan herifin tekisin… İşte modern bilimin aydınlık zihni. Bu yapayalnız bırakılmış insan, kendini dinleri aşıp bilimsel gerçeklere ulaşmış akıllı biri sanıyor. Aslında süt alınan inek haline getirilmektedir.
İktidarın yönetmek için dinleri kullandığı açıktır. Lise yıllarından sonra tekrar düşünelim mi? Halk dediğimiz kabaca mavi yakalılar,köylüler, esnaf değil mi, peki acaba iktidar bu halk kitlesini afyonlamak için her numarayı çekerken beyaz yakalıları kendi haline serbest mi bırakmış? Beyaz yakalılar üniversite sınavında yüksek puan alabilecek kadar akıllı olduklarından kendilerini özgürleştirmişler mi iktidarın yalanlarından? Yoksa beyaz yakalılara seküler bir yalnızlık biçilmiş olabilir mi?
Din kardeşliktir. Bu duygunun tezahürüdür. Ne kadar tarihi siyasal analiz yaparsa yapsın dinsiz sosyalizm olmaz, çünkü bir sömürü aracını söküp atıyorum derken gerçekten yaşayan ete kemiğe bürülü tek tek kişileri bir çeşit soyutlanmayla sap gibi ortada bırakır ve bencilleştirir, adam 10 lira yardım etmeye eli varmaz sistem değişsin fakir kalmasın diye ağzında laf geveler gezer, üstelik bu kadar makinalaşma yapay zeka derken yeniden sosyalizmin gündeme gelmesi kaçınılmaz olacak gibi görünüyor. Efendim bir fabrikada 6 kişi çalışacakmış, dünyadaki bütün nakliyatı 1-2 şirket yapacakmış, kamyonları da yapay zeka sürecekmiş falan filan, insanlar da gereksiz bir kalabalık olacakmış. Hepsi olur olmaz diye falan filan demiyorum, e hepsinin mülkiyeti devlete verilir sorun çözülür, bu niye gündemde değil?
Her medeniyeti kuran bir oluş hikayesi vardır, nerden geldin, kimsin, en önemlisi insanın anlamı nedir? Medeniyetler düşünen adamların insana yükleyebildiği anlam üstüne yükselir. Bu her medeniyetin tabii çekirdeğidir. İslam medeniyetinde insan her tecelliyi kabul edebilecek yokluk halidir, yok durumunda olduğundan insandan iyi kötü her anlamda sonsuzluk beklenir, çatışma içinde ve çelişkilidir, yokluk sayesinde sonsuz bir varlık. Yokluk dışında kim sonsuzluğu kabul edebilir, sende en küçük bir varlık olsa sonsuzdan koparsın. Böylece kibirden kurtul, mümkünse benlikten kurtul, benlik inerse seni istila edecek olan aklın almadığı bir sonsuzluktur. İşte bu duruma varan kişi için ne denir, ”Allah insanı kendi suretinde yarattı”, yani o ana kadar insan insan da değildi ama bir potansiyeldi. İnsan olmak tanrılaşmak değil, Allah’ın suretiyle eşitlenmek demektir. Bu ontolojik temel üstüne felsefe, mimari, psikoloji , siyaset vs. kurarsan bir medeniyet kurdun demektir. Aynı şekilde bunu materyalizm, budizm, paganlık, hristiyanlık için de düşünebilirsin. Bunu bizde Hacı Bektaş yapmış bir dönem, medeniyet ekmiş, batı Avrupa’da Spinoza ve Kant aynı konumdadır.
İnsanın sonsuzun tecelli ettiği bir yokluk olarak kabul edildiği yerde telif hakları yasası nasıl yazılırdı, yapay zeka ve robotların tıpkı madenler ve su kaynakları gibi kamulaştırılması düşünülemez mi? Hatta yasal haklarının doğrudan teslimi, tüzel kişilik veya vakıf gibi veya kamuyla özerk bir yapı olabilir mi? Sonuçta bunlar şirketlerin geliştirdiği oyuncak muamelesi görüyor. Bütün plastik sanatlar bizim sonsuza hasretimiz değil mi? Düşünmesi çok da keyifli böyle.
Bu kadar dini içerikli bir yazı yazıyorum çünkü farkettim ki çok okuyan, üniversite bitiren falan kimsenin bunları duymuşu bile az. İnansın veya inanmasın islam medeniyetinin temel ontolojisini bilmeden varoluşçuluk konuşulması canımı sıkıyor.
Gelelim Harari, Starbucks, Netflix medeniyetine(baba oğul kutsal ruh), sen bir primatsın lafı da çok uzatma diyor bu yeni anglo sakson kapitalist medeniyet. Olabildiğince üremeye çalışıyorsun, aklın hep çükünde, biz araştırdık biliyoruz, hep bu hor gören ergen veya çocuk azarlayan tavır var niyeyse. Bir de sormak istiyorum, bu genler hep üremek, aktarmak için bize emrediyorsa, nasıl oluyor da bütün dünya doğum kontrolü için milyarlarca prezervatif alıp duruyor, doğum kontrolünün yaygınlığını napalım mesela bu teoride nereye koyalım? Bunları okuyan ve varoluşsal bir gerçeği DNR kitapçısında bulduğunu sanan kişi de ulan hakkaten diyor, benim aklım hep sikiş sokuşta adamlar haklı, savaş çıkaran maymunuz biz. Bu aslında medeniyetin dibini dinamitlemektir, bir çeşit vandallığı pozitivizm sanmaktır. Aslında mevcut medeniyetin entelektüel olarak çöktüğünün habercisidir.
Ve bir vakittir duymadığımız hakaret kalmamıştır kibar hanım ve beylerden. Üstelik bunu insanları gelenek ve dinin kara zindanlarından kurtarma havasında yaparlar. Niye gereksiz insan kalabalığı diye içi boş bir lafı neredeyse ezberledik? Su bitiyor, toprak kirli, insan çok ve gereksiz, makinalar her şeyi daha iyi yapacak, insan da bir çeşit maymun zaten…Bu tariflere maymun kibar kalıyor, çiftleşmeye çalışan zombilermişiz de haberimiz yokmuş, bizi sömürmek için dinler bizi insan yerine koymuş meğersem.
Ve dindarlık gericilik, aydınlar ayık öyle mi?
Yorumlar