“Dinliyorlar
Dinliyorlar kendi seslerini
Dışarının sesini
Ve tüm sessizliği (gibi).”
Ferit EDGÜ
Zamanı anlamaya çalışmak, ne nedir, niye olur, nasıl olur gibi sorularla uğraşıp durmak… Oysa “olur mu?” sorusuydu asıl ilgilenilmesi gereken… Zaman ise çözülmesi, anlaşılması değil; usulca, kibarca tüketilmesi gereken bir çabaydı yalnızca. Zaman! Bir çabaydı…
***
Unutmak lazımdı… Unutmak lazım mıydı? Bir şeyi unutmak mümkün müydü? Yani, isteyerek unutmak bir şeyi, etken bir fiil olarak “unutmak”?! Özgür müydük o zaman?…
***
An gelir insan artık hiçbir şeyden korkmayacağını bilir…Çünkü korkmak beklentili bir eylemdir. Yani, korkmak eylemi, bir şeyin “olmaması” dileğini içerir, “olması”ndan ziyade…
Olur mu?…
***
Gürültülerin içinden kendimize seçtiğimiz sözlerse, seslerse eğer duyduklarımız (duymak
istediklerimiz?)…
***
Delilerin kendi kendine konuşması bir tedavi yöntemi olarak da algılanabilir, bir mecburiyet olarak da… Zira onları dinleyecek pek de kimse yoktur… Varolan sesini tüketmek zorunda olduğundan (ve sözünü), içinden değil, dışından konuşmayı tercih eder. Bu durumda, deli olduklarını kim ispatlayabilir? Ya da:
Kendi kendine konuşanlara deli mi derler?!…
***
Bir sancı yaşadığında anlayabilirsin ancak zamanı ve sesleri. Bu durumda, sancısız geçen onca zamanın hesabını vermek, cehaletini dindirmek kime düşer? Ya da buna mecbursundur (mu?). Hatırladıklarımız kadar isek eğer sancılar içinde, unutmak, unutmak makul mü?… Sancıysa eğer… Ki unutamazsın…
And nothing else matters…
Herkes bilir.
Yorumlar