Adam gelir, sahilde yakınındaki bir taşa oturur. Saçı başı dağılmış, uzun siyah paltosu var. Cebinden bir şişe şarap çıkarabilir her an. Bunu beklemiyorsun ama olabilir, bir yanın bekler. Kendi kendine konuşmaya başlar, sinirlidir gerçekten. Kıbrıslılar ne yapıyorsun diye sorulunca kendi kendimi gezdiriyorum dermiş. Gendi gendimi gezdiriyom. Öyle işte, kendi kendine halleri biraz gariptir türkçede, deliliğe yakın. Adam kendi kendine konuşadursun, sen başlarsın kendi kendini düşündürmeye. Bu adamın da bir öyküsü var. Hem belki ne öyküdür? Kaldırımda geçen 1-2 yıl, sekiz-beş mesaisiyle geçen onlarca yıldan çok daha renklidir, burası kesin. İyi bir şey olduğundan söylemiyorum. Ne işimiz var betonun üstünde? Kıçımıza rahat mı battı? Öyle işte, bu bir insandır ve neler yaşadı kim bilir.
O zaman düşünürsün, benim hikayem ne diye. Efendim böyle anlatsalar neye benzer acaba? O zaman farkedersin, kırılıp parçaları yere saçılmış bir ev eşyasını toplamaya çalıştığını. Lise yıllarım, dersler, kızların bacakları, arkadaşlar. Çocukluğum, kokular, anneler, babalar, hızlanırsın üniversiteye koşarsın, koşarak gittiğin arkadaş evleri, sabaha kadar içmeler, bulantı, o sıralarda kendini nasıl hissettiğin, çamurlu gri eskişehir kışları, yazın koluna saplanan güneş ışığı… Kızıl bir karınca kafasını çevirip gözlerini sana dikmişti beş yaşındaydın, akşam üzerleri… Sürer gider böyle. Hepsi zaman kaydıyla çekmecelere kaldırılmış bekler. Çekmece kapağında 3-7 yaş yazar. Açıp bakınca orda durduğunu görürsün her bilginin. Sütü üstündeki kaymakları süzerek içersin. Annen evden gidecek diye korkuyorsun. Duvarlar dolusu çekmeceden tek bir insanın tek bir hayat hikayesi olamaz. Biriken, karışan ve senteze varan bir havuza benzemez. Oysa hayat hikayeleri böyle izole bölmeler şeklinde anlatılmaz hiç. Şurda doğar adam dediğin. Memleketini sever veya sevmez. Sonra da şöyle acı çeker böyle çalışır, efendim yener ve yenilir, sonunda da şöyle şöyle bir adamdır işte. İnsan vardır ya onlarda, her zamandan bir parça, her yerden bir koku taşıyıp kendinde toplar. İşte o sentezi yapacak olan insan, sen paramparça edilmişsindir. Yani bu kadar izole bölümlere ayrılmamalıdır hayat, bu senin hastalıklarından biridir, bilirsin. Çekmecelerde kırıkları, iyisiyle kötüsüyle saklarsın. Hayat öykün olması için önce birisine bunu anlatman gerekiyor, önce bu öyküyü kendi kulaklarına dinletmen gerekiyor, yaşamak yetmez.
Çekmeceler içinde dolaşıp duran adamlar var, onlar bir çekmeceden çıkıp diğerine giriyorlar. Beklemediğin anlarda yahu bu tıkırtı da ne derken hiç olmadık zamanda sana olmadık şeyler hatırlatıyorlar. Dostlarındır onlar. “İstanbul, 20’li yaşların sonu” çekmecesiyle meşgulken, “Eskişehir, 20’li yaşların başı” dosyasıyla karşında duruyorlar. Bütünlüğünü ve insanlığını çekmeceler arasında geçişler yapan dostlar armağan ediyor. Her nasılsa onlarda senin tanımın daha istikrarlı. Dostların bilmeden senin öykünü senin için kayıt altına alıyor. Onlarla karşılaşınca hatırlıyorsun. Yoksa öyle kendi kendine…
Yorumlar