Gece arkadaşımla yürüyüşe çıktık. Hava acayip soğuk. Cep kanyağı aldık. Çeke çeke gidiyoruz. Sohbet öyle keyifli bir hale geldi ki bir kanyak daha aldık. Sonra üçüncüyü aldık. Keşke dedim şimdi kar yağsa. Yarın yine yağsa. Aralıksız her gün kar yağsa, alttakinin erimesine izin vermeden. Kar öyle azıtsa ki bu şehirde mahsur kalsak. Ne hava ne kara yolu ulaşamasalar bize. Yıllar sonra kar dinince bu şehirden yeni bir ırk çıksa yeryüzüne. Ve şaşırsalar, cep telefonları göt kadar olmuş, binalar beş metre uzamış. Ve şaşırsalar insanlar hiç değişmemiş. Pompalılarla avlasalar bizim ırkımızı. Ormanlarda saklansak. Şehir kar altındayken gizli bir geçit olsun ama dedi arkadaşım. Bir tek biz bilelim. Olmaz dedim, hem onları biz hapsetmedik mi bu şehre? Böyle dedim ya içim de eridi bu fikre.
Biz tam kaldırımın ortasında durmuş geçitin yerini tartışırken orta yaşlı bir kadın, o saatte nasıl olduysa dışarda, bağırıverdi: “utanmıyorsunuz da sokağın ortasında içmeye, zift için”. Kaldırdım bitmek üzere olan şişeyi havaya “şerefinize içiyorum ey karlar ülkesinin gazabı büyük kraliçesi” kaçtı hemen yanımdan. Allahtan kral orda değildi. Sonra bakındık çevremize. Yahu biz nerdeyiz? Cebimizde yüz yetmişbeş bin lira. Hadi yolu bulduk, buraya iki saatte vardık, yol geri yürünür mü bu kafayla? Yürüdük, bir güzel yürüdük.
Yorumlar