Kafanda uydurduğun bütün kötülükler tükense, uydurup durduğun bütün iyilikler de tükenebilir, bazen hepsinden fazlasını görürsün. Düşünebileceğinden de kötüsü, düşünebileceğinden de iyisi… Bir savaşla karşılaşmış, bir sapıkla karşılaşmış veya şiddetle aşık olmuş. Yakıştırmaların tükenirse, işte o zaman ya dinden çıkarsın, ya da başlarsın kıyamet beklemeye. Tanrının tecelli ettiği yerdesindir.
Yorum BırakKategori: DÜZ YAZILAR
Musa. Sokaktaki her altı yüz kırk dört kişiden biri. Yirmili yaşlarının başında. Hiçbir şey verilmemiş her insan gibi, kendinin olmayan her şeyi istiyordu. Dişlerim çenemden aşağı birer ikişer yuvarlanırken bunu düşünüyor değildim tabii. Onun kadim sözleriydi bunlar. Cüzdanımı ısrarla isterken benim bir orospu çocuğu olduğumu ve boş zamanlarımda pezevenklik yaptığımı iddia ettiğinde satır aralarını okuyarak anlamıştım bunu. Dağarcığının en kıvrımlı küfürlerini bana saklamış gibiydi ve bunca yıldır sivrilttiği nefretini yüzüme vurduğu iki buçuk dakika içinde hepsini anlatmak istiyordu. Musa. Yüz yirmi yedi bin adaşı olan bir peygamber. Orta boylu, kahverengi saçlı. Elindeki sopaya asa demek doğru olmayabilirdi ama kaşımla birlikte…
Yorum BırakEn Nihayetinde Her Şey Bir Hikaye Oluyor Akşamüstü balıkçı barınağına indim. İskelede teknelerin önünden mendireğin ucuna yürüdüm. Denizi izleyerek biraz oyalandıktan sonra diğerlerine göre yaşlı sayılabilecek, belki ellili yaşlarının ortalarında, saçlarının kalanı beyazlamış, tütün sarısı bıyıkları olan, güneş yanığından yüzü kararmış birinin yanına gittim. Selam verip tekne gezintisi yapıp yapmadığını sordum. Barınağın diğer tarafındaki bir saatlik turlar düzenleyen tekneleri gösterip onlara gitmemi söyledi. “Senle çıkalım balık tuttuğun yerlere götür, biraz laflarız” dedim. Arkamdan parlayan güneşe ellerini siper ederek kısık gözlerle beni süzdü. Şaşıracağını, belki de kabul etmeyeceğini, balıkçıların şarabı mı yoksa rakıyı mı daha çok sevdiğini düşündüm. Güneşe siper ettiği…
Yorum BırakElinde bira, soliste gözlerini dikmiş ama gözleri kapalı. Dudaklarında “bu gece nasıl da benimsin, ne de güzel benimsin” dercesine alaycı bir gülümseme. Dalgalı sarı saçları yapılı, başı hafif sağa eğik. Solist söze girince ağzı aralanıp, dişlerinin arasından dilinin ucu gözüküyor. Gülümsemesi genişliyor Edirne’den Ardahan’a. Dilini alt dudağında hızlıca gezdirip içeri alırken alt dudağını ısırıyor. Gençler çok film izliyor. Belli belirsiz kırdığı dizinin üzerine doğru esneyip geri geliyor ritimle birlikte. Biz kenarda izliyoruz. Anıl var, Seval, Engin. 162 promil ergeniz… İlk sigaramı içtiğim gece. Yirmi bir yıl olmuş. Eksiksiz 21 yıl olmuş. Eski Camel’ını içerdik Engin’in. O geceden bir hafta sonra…
Yorum Bırak– Bu bardaktaki ne? – Avokado çekirdeği – Neden? – Vallahi ne yalan söyleyeyim, bi kız bıraktı. Hatta gitti onun için plastik bardak, kürdan filan aldı. Bu şekilde suya koyuluyormuş. Bir süre sonra çatlayacakmış. Sonra filiz verip büyümeye başlayacak dedi. Demişti, suya koyarken. İyice kök salınca da bahçeye dikeriz diye eklemişti. Dikersin mi demişti yoksa. Yani şu anki durum “dikersin”e daha yakın. – Benden önceki mi oluyor bu kız? – Ben öyle ifade etmezdim. – Başka neler bıraktı peki? – Yani genel itibariyle her şeyini toplayıp gitmiş. Bir tek çamaşır makinesinde çoraplarını unutmuş– Ha şu yukarıdakiler onun yani – Atmamış…
Tek YorumNaber napıyosun? Ben de iyiyim. İdare eder yani. Maceralı :) Geldik sanıp trenden inmişim. Uyku mahmuru. Tren bastı gitti. Dağın başında bi köy istasyonunda kaldım. Oraya geliyordum. Sordum canım onu. Bir sonraki tren yarın sabahmış. Gerçi bir de yük katarı varmış. İstersen onunla gönderelim seni dediler ama çok sürermiş, “çok cefalı olur, ekspresi bekle, yatarsın şurada bankta” dedi memur. Öyle yapacağım. Yaptım yani. Banktayım şu anda. Battaniye de verdiler. Aslında öyle olmadı. Yalan söyledim. Her istasyonda duruyordu. Artık midem bulanmaya başlamıştı. Eeeh deyip indim. Gece gece. Sonunu düşünmedim. Çok sıkılmıştım. Ben ne bileyim burada kalacak yer olmadığını. Burada kalacak yer…
Yorum BırakMasa duldada, bir basamak yukarıda. Deli rüzgar dört merdivenden dört farklı adla esiyor. Çay, bardakta üşüyor, elimde ılıyor. Çay başka bir yerde, belki bir kahvehane masasında koyulaşıyor, bir garsonun elinde tütüyor. Cam kırıkları kelimelerde. Can kırıkları şarkılarda. Çan kırıkları Notre Dame’ın Kamburunda… – Kalkacak mısınız? Huzursuz. Huzursuz rüzgarın savrukluğu. Huzursuz, bir kulağında kulaklık diğerinde benim cevabım. Huzursuz, elinde sigara beyazlığı. Huzursuz, dilinde kelime tadı. – Belki bir öykü daha.. Parlak mavi, sigara paketinde. Parlak mavi, bakmadığı denizde. Parlak mavi kedi gözünde. – Hep o masada otururum. Kuytudur ya… Ölüm kuytusu. Mezarlıklar mahalle kuytusunda. Ölen düşler uykunun kuytusunda. Ölü ağaç masanın…
Yorum BırakÜç aşk hikayesinin üçüncüsü – Pardon kardeş, bu fotoğraftakini tanır mısın?– Yok abi tanımıyorum – Karnın aç mı? – Aç – İyi, hadi bi çorba içelim madem senden Taşkın abi bu sohbetle karara varacak olsan bir nevi dilencidir. Kendisiyle ilişkini bu noktada keser, tatsız bi yüz ifadesiyle “deli midir nedir?” diyerek arkanı dönüp gidersen; “Mecidiyeköy metrobüs durağı çıkışında bir deli vardı bugün, fotoğraf gösterip para koparmaya çalışıyordu” diye anlatacağın, pek de kimsenin ilgilenmeyeceği bir günsonu anekdotu olur ancak. İki gün sonra da onu ne sen hatırlarsın ne de bahsettiğin arkadaşların. Bizim hatıramızda konu çorbacıya taşındı. Çorbacısını da önceden belirlemiş olan…
Yorum BırakÜç aşk hikayesinin ikincisi Uyumadan önce sana bir şey anlatmak istedim ama yoksun. Yoksun yani. “Yok” olmuşsun. Bir dönem hiç yokmuşsun. Ardından yıllarca var olduğun bir dönem yaşanmış ama benim haberim yokmuş. Sonra benim için de var olmuşsun. Şimdi yoksun. Bu tuhaf. Psikiyatriste gittim; sorun “yok” olman değilmiş. Esasen sorun, bir sorun olmadığını kabul etmememmiş. Yokluğun aslında sorun değilmiş. Olurmuş böyle. Yani onun için zaten sorun değilmiş ama benim için de sorun olmaması gerekiyormuş. Bir sürü insan varmış, hayatımıza girebilir, girmeyebilir veya girip çıkabilirlermiş. Biz de birilerinin hayatlarına girip çıkıyormuşuz. Ona da olmuş. Bunlar normal şeylermiş yani. Bunları çok büyütmemek…
Yorum BırakÜç aşk hikayesinin birincisi “Bu buzdolabı tanıştığımızda eski eşimindi. Benim de buzdolabım vardı. Neyse sonra evlendik. Benim buzdolabını attık mı n’aptık… Onunkini kullanmaya başladık. Sonra o gitti. Buzdolabı bende kaldı. Benim eski buzdolabım nerde Kamil? Hea? Ya hurdalıkta, ya çöplükte bi yerde. Bu buzdolabı da piç gibi kaldı burda. Yazık günah. Halbuki onun evindeki o eski halini görecektin, nasıl neşeliydi. Üzerinde fotoğraflar, o şeylerden ne o, mıknatıslı şeylerden, efendim arkadaşlarından küçük notlar motlar, kalpli filan. Şimdi iki kebapçı, bir çorbacı, bir de su bayisi telefonu”. -Tekel de var-Yaşa. Tekel de var. Söyleyim mi birer bira? Cila?-Yavuz Abi kafan güzel oldu…
Yorum Bırak17’nci Gün Öğleye doğru arkadaşımın odasına gittim. Çay söyledi. “Neler yapıyorsun” dedi. Basit bir soruydu belki, belki de son bir iki hafta içinde olanlarla ilgili sormuştu. “Hiç işte” demek istedim. Tereddüt ettim. “Sorduğum hiç bir soruya doğru düzgün cevap vermiyorsun” demişti. “Dün Funda diye bir kadınla tanıştım, biraz sohbet ettik” dedim. Önündeki dosyadan başını kaldırıp “Funda da kim?” diye sordu. Sesinde ne ilgili ne ilgisiz bir anlam vardı. Biraz yüzüme baktıktan önündeki dosyayı kenara alıp dosya yığınından başka birini çekti. Duymamış gibi yapabildirdim, ayrıntısı ile anlatabilirdim. İki hafta önce kurduğu cümlelerin izi kalmamıştı sözlerinde. Toprak yolda arabanın arkasındaki tozun bir…
Yorum BırakİTİRAZ / ARA SES – 3/2 İşi yokmuş gibi burnunu kitapların eski okuyucularının hayatlarına sokmaya çalışan okuyucu! Seni ciddiye almaz, açıklama da yapmazdım belki. Daha önce de söyledim yazıyı kimin yazdığının bir öneminin olmadığını. Ama büyük bir yanlış yapıyorsun. Kitap sayfalarında beni ararken, karşına çıkmasını umduğun kişi bana benzemiyor. Sen lacivert forma, beyaz gömlek, beyaz çorap ve siyah ayakkabı giymiş, boynuna lacivert kurdela takmış, saçları muntazam taranmış, henüz makyaj yapmamış/yapamamış, tırnakları her hafta düzenli kesilen lise ikinci sınıf öğrencisi bir kız sandın beni. Bir üst sınıftan oğlanın birine aşık, teneffüslerde bir ağaç altında veya okulun koridorunda cam kenarında kız arkadaşları…
Yorum Bırak11’inci Gün Salonda her şey her yerdeydi. Gece boyunca kitaplıktaki eski kitaplarla, notlar, ajandalar, günlükler, siyah defterler, fotoğraf albümleri… ne varsa salona getirip karıştırmıştım. Bir şey aramadım. En son diğer kasabadan buraya taşınmak için eşyaları kolilerken bu hale getirmiştim salonu. Bu kez yüklerimden sıyrılmak, biraz da geri de neler kaldığını görmek için öylesine bakmıştım. Her kasaba bir istasyon gibi olmalıydı kanımca. Geri dönmeyeceksem tüm izler silinmeliydi. Fotoğraflar silinmeli, yırtılmalı, not defterlerindeki yazılar bir birine karışmalı, okunmamalı, eşyalar daha taşınırken çöpe atılmalıydı. Ya insanlar. Onlar zaten unuturlardı nasıl olsa. Salonu o halde bırakıp ikindi üzeri evden çıktım. Havanın son bir kaç…
Yorum Bırak10’uncu Gün Kafe, bir saat önce yağan yağmurun bıraktığı serinlik ile “mesai”nin insaf ettiği imkan kadar doluydu. Evde anlamsız bir rutini tekrar etmektense onun dışarıda bir şeyler içeriz teklifini kabul etmiştim. Tanımadığım insalarla aynı garsonun getirdiği aynı içeçeklerden içmek ortak bir hayata temas etmek olur muydu, bilmiyordum. O “caffe latte”, ben ise çay söylemiştim. Biraz kitaplardan, biraz arkadaşından konuştuk. Ödünç kitaplar, ansiklopediler, dönem ödevleri ve kitapların altı çizili cümlelerinden anlattım biraz. Ve biraz da kütüphaneleri. Beni dinlerken iki gün önceki konuşmamızla ilgili neler düşündüğünü merak ettim. İlgisizdi. Arkadaşından gelen mesajlar daha çekiciydi. İki gün önce sorduğu soruların, nedenini bilemeyecek kadar…
Yorum Bırak1’inci Gün Kitap raflarının arasında sessizce gezinirken, Akdağmadeni İlçe Halk Kütüphanesini hatırladım. Buradaki kütüphanenin de oradan pek bir farkı yoktu. Kütüphaneden çok öğrencilerin müşterek çalışma odası gibiydi ve sefildi. Ancak Akdağmadeni’ne nazaran eski karton kapaklı, sarı saman kağıtlı kitapların çok az olduğunu fark ettim. Kütüphanede yenileri geldikçe eskileri kayboluyordu. Gezerken raflar arasında hemen fark edilen eski bir kitap gördüm. Hayli yıpranmıştı. Kitabın sırtı yukarıdan aşağıya doğru iki yandan sökülmüştü. İki kapağını alt taraftaki, bir kaç yıl önce şeffaf bir bant ile yapıştırılmış kimlik kartı bir arada tutuyordu. Kitabın sırtı siyah ciltle kaplanmıştı. Kapaklar ise alacalı renkleri olan solmuş kartondandı. Sayfalar…
Yorum Bırak