İslam rönesansı diye bir saçmalık icad edildi. Duymayan duysun. Televizyonlarda her gün bir yığın ilahiyatçı çıkıp artık islamın Kuran’a göre yorumlanacağını söylüyor. Dinimizi anadilimizde okuyup anlayınca taassubu yenecekmişiz. Araplar bu dini 1400 yıldır kendi ana dillerinden duyuyorlar. Namaz kılarken, vaaz dinlerken ne dendiğini anlamamaları mümkün değil. Geldikleri nokta ortada. Bütün bir ramazan, Yaşar Nuri tayfası ekranları işgal etti. Farkettiniz mi basın bu adamları çok seviyor. “Aydın” din adamlarını. Efendim şöyle yapınca oruç bozulmazmış, cuma namazı şu kadar rekatmış, peygamber o kadar kadınla birlikte olmamış, islam kadına haklarını geri vermis falan. Ey müslüman! Nimet bu kadar kutsalsa, soluk aldığın hava, içtiğin…
Yorum BırakKategori: DÜZ YAZILAR
Elimi tutarsan yedi sene kuraklık olmazmış tenimde.
Yorum BırakNe zaman aklına koymuştu bilmiyorum. Her akşam elindeki torbada beş ekmek, dönerdi evine yorgun argın. İki çocuğu vardı. Vakti gelince evlendiği bir de kadın. Saçlarını yana tarar, hep kahverengi takım elbise giyerdi. Bakınca anlardınız memur olduğunu. Yılbaşında piyango da alır mıydı bilmiyorum. Alıyordu herhalde. Her gün daha sessiz oluyordu yalnız. Bir gün, kaset almakla yarım kilo kıyma arasında bocalarken yine, televizyonda Hülya Avşar’ı dinleyeceğini düşündü. O gün bir kaset aldı kendine. Önce anne babası vardı. Anne babası, hep fakir, hep yorgun, vicdanında unutmasına izin vermeyen sızı. Sonra dedim ya zamanı geldi evlendi. Anadolu’da kasabadan kasabaya dolanırken evlilik kurumunu eleştiremez insan.…
Yorum BırakKarmaşık bir pazar günü. Damdan düşer gibi karşılaştığım, çocukluğumun Şerif Bakkal’ının oğlu… Öğretim üyesi olmuş. Tesadüflerin yüceliğine yeniden şapka çıkardım. Eski mahalleyi sordu. Eser kalmadı dedim. Bizim bakkalı da mı yıktılar dedi. Babası öleli oluyor bir yedi sekiz yıl. Çocukluğumun beş liralı sakız günlerinin akyol bakkaliyesi market oldu tabii ki… Ama yerinde hala. Müteahhitin biri almış. Yıkacaklar beş altı aya. Yerine sekiz katlı apartmanlar yapacaklar yüzlerce çocuk olacak. Migrosa gidecekler çikolata almaya. Ekspres kasadaki güzel kız yanaklarını sıkacak. Ama asla sakız vermeyecek para üstü yerine.
Yorum BırakBir filmde izlemiştim; adam kıza söylüyordu: “Çok uzun zaman önce evrendeki bütün atomlar biraradaymış. Hepsi bir fındık tanesi hacmine sıkışmış. Sonra büyük bir patlamayla saçılmışlar, evren oluşmuş. Milyarlarca yıl sonra, evrenin bu köşesinde, bu şehirde yeniden kavuşuyoruz biz aslında”. Sevdiğim kız şizofrenmiş, bugün öğrendim. Umrumda değil. Onu çok uzun süre özledim ben.
Yorum BırakBu saatlerde sokak köpekleri daha cesur olur, ayyaşları ısırmaya karar verirler. Uyuyamıyorum. Prozac alsam mı diye düşündüm. Gurur kırıcı bir yanı var bunun. Ben de yatmadan önce Cezmi Ersöz okuyorum. Adam kötü bir yazar olsa da okuduğum en kirletilmemiş ve kirlenmemiş insan. İki posta çaktıktan sonra hala böyle kalıyorsa ben bu adama veririm diyim. Gece yarım saat okuyunca insan acayip rahatlıyor. “Senin gemin camdan sevgili, uzaktan görebiliyorum bu kanla kaplı denizde”. Uyku ilaci, anti depresan almayı düşünen herkese tavsiye edilir. Yeğenim bize geldi. Beş yaşında daha. Yatarken masal anlatmamı istedi. Elime bir kitap tutuşturdu. prensler prensesler ve mutlu yaşadılar falan.…
Yorum BırakBugün doğmuşum… Sabah vakti. Saat on muymuş neymiş. Annem takvim yaprağını koparıp saklamış. Hala durur bir yerlerde. Gün bitiyor. Doğum gününü yalnızca terkettiğin aşklar hatırlıyor. Doğum günlerini asla önemsemediğin eski aşklar.
Yorum Bırakİnsan nedir? Genelevin çırpı bacaklı çocuk fahişelerinden tiksinen varlık mı? Altındaki fahişenin kalp atışlarını sağ memenin altında duyunca şevkat duymak mıdır insan olmak? Beş dakika sonra aynı kadına arkadan girmek midir? İrin ırmakları akıyor içimizde, yüzleşmeye gücümüz yetmiyor. Düşlerimiz ipotek koyuyor aklımıza bile. Nasıl boğulmayız? Büyük mavi denize dökülür ırmaklar. Deniz de gerçek. O denizde hayat buldu, ordan karaya çıktı tanrı da sevgi de. Biliyor musun insan öldürmemiş kişi insan sevmez. Damarlarım bu kentin lağımı.
Yorum BırakElleriniz sevgili bayan, kusursuz ve alabildiğine beyaz. Elleriniz öyle küçük, tatlı bir ezgi gibi. Sanki hiç acı çekmemiş parmaklarınız. Hiç ağır bir yük kaldırmamış. Ancak öpülmekten uykusuz kalmış elleriniz. Damarlarınız nasıl saydam öyle; baharda eriyen kar suları gibi. Elleriniz hiç parasız da kalmamış belli. Ne olur bir sigara içimlik durun öyle. Beynim yanıyor benim, sabahlara kadar okumaktan. Gözlerim kan çanağı. Elleriniz gerekli bana bugün. Su kadar, taze bir nefes kadar. Tutup avuçlarımın arasında ısıtmalıyım bir çocuğu okşar gibi. Yanıyorum. Boğazım da şiş. Çalışmalıyım üstelik. Elleriniz olmasa çalışırım da.
Yorum BırakKolonya yağlı bir tat bıraktı ellerimde. Kokusunun uykumu dağıtmasını beklerken kahveyle birlikte, başıma şiddetlice bir ağrı soktu. Aldığım yeni botları ilk başkasının giymiş olmasının yarattığı buruk çocuk atmosferi dağılmış değil içimde bir yerlerde. Salam yiyerek geçirdiğim günlerin sayısı hızla artıyor. Ve mevsimlerin en güzel günlerini çalmayı ustalıkla beceren sınavlar yine yanıbaşımda bir yerlerde. Kağıt sesleri yavaş yavaş yükseliyor. Sınavdan az önce almışım yine yüz elli bin liralık tükenmez kalemi. Beton duvarlı, geniş, uzun bir koridor gibi sınav salonu. Söylenen her kelimeyi olabildiğince çok kere tekrarlıyor dört duvar. Uzaklaştırılıyoruz… Sıra kenarı gözaltıları. Kopya çekmek büyük suç. Günahtır da… Eskişehir’de bir dondurma…
Yorum BırakŞu sokak köpekleri ne kadar bilge bakarlar. Tekme atan adam, insan olduğunu ispatlıyor bir şekilde. Kızartıp yiyorum her gün kuzucukları, tavukları. Pek de güzel oluyor. Benim en büyük utancım bir kurbağanın kafasına işemiş olduğum gerçeği. Affet beni tanrım, kurbağa affetmez nasılsa. Yaz tatili yaptığımız kampın uyduruk bir tuvaleti vardı. Gece yarısı girdim. Ses duyunca delikten içeri baktim. Söz konusu kurbağa gözlerini bana dikmiş bakıyordu. Sıçrayamayacağı kadar derin lanet çukur. İşedim. Tam kafasının üstüne tazyikle işedim. Vırakladı, çırpındı. Belki ısınmıştır. Arkama bakmadan kaçtım oradan. Kırlarda otlayan inekleri yerken acımıyorum da neden bu kurbağa rahatsız ediyor beni? İnsan bok çukurundaki kurbağanın yerine…
Yorum BırakHavalar soğur. Havalar ısınır. Mevsimler değişmez. Binalar aynıdır hep. Tozlanırlar azıcık. Hiçbir şey değişmez. Hiçbir şey yapamazsın. Sürgünsün. Memleket, anlaşılmaktır biraz da. Sürgünsün uzak bir ülkeden. Dahası herkes oradan gelmiştir de hafızası silinmiştir sanki. Sonra tek hatırlayan senken bir bakış takılır gözüne. Ben de hatırlıyorum, fısıldar kalabalığın arasından. Anlatırım bir gün tepelerin ardındaki yurdu. Şimdilik “cebimde 75 kuruş var gönlümde bahar”…
Yorum BırakBüyük kentlerin ortasında, gürültüden kaçmanın yolunun wolkman dinlemek olmadığını anlamak belki acı bir deneyimdi. Cep telefonu cızırtılarının yok ettiği, dinlemekten mutlu olacağımı sandığım kaçış şarkıları. Koskoca kentlerin koskoca meydanlarında, olan bitenden kaçmaya çalışırken var olma isteğinden vazgeçememe… Yokolmayı göze almak cesaret mi, enayilik mi, korkaklık mı? Var olmanın asla mola vermeyen serüveni yaşamın tadı mı, yoksa kaybetmeye alışmak mı, karar vermiş değilim. Günlerdir yüzünü görmeye çekindiğim şehir beni varetmeye başladığından beri insanların gözlerine bakmaktaki çekingenliğim hızla artıyor. Turuncu bere takmak neden ayıptır ki bu toplum varlığında? Ve arkana bakmadan yürümek neden erdemdir devasa korkaklığımızda. Yokolmayı göze almışlara saygı duyasım gelmiyor……
Yorum BırakSınav da yok artık, rahatladım. Bara gittik hemen. Ağaç, çelik ve elektriğin çığlığıydı gitar. Ağladık kölelerin hüzünlü tarihine. Liseli bir kızla tanıştım. Kızıl saçlı, acayip tatlı. Kırmızı adidas eşofmanları bluesla bağdaşmasa da güzeldi. Konuşurken bir an içine girdiğimi hayal ettim. Yüzü nasıl değişirdi. Yanımda konservatuardan dallamalar vardı. Gotik, gölgeleme falan dediler. Ağzı açık dinledi bizimkisi. O an içinden ne geçiyordu. Evde televizyon izleyen babasından ne kadar farklı olduğumuz mu? Biz adam değiliz demedim. Bakma böyle konuştuğumuza, bir gün bir tenhada vurdular bizi. Bu entel menileri ceset kokusudur. Sormadım sınıfında ona aşık bir ergen olup olmadığını. Çok güzel, çok havalı. Vardır…
Yorum BırakBildik bir mekan. Gözgöze geldiğim, büyümüş olmaktan gururlu, kırmızı montlu yalnız kız. Yakışıklı ve serin ve zengin erkek peşinde bir ihtimal. Gözlerini kısıp altına ürkek çocuk gülümseyişini yerleştirdiği yüzü ve dümdüz tuttuğu parmaklarının arasına kıstırdığı vinstın layt sigarasıyla piyasaya sunduğu güzel vücudu. Aklımdan altı saatlik uykumda bile atamadığım arnavut kaldırımı klişesinde ufak hızlı adımları… Olmadık dumanlı sarhoşlukların açtığı pencereden süzülen şehir tanrıçaları. Eve giden kükürtlü yoldaki express çorba arayışı üzerine edilmiş en güzel bakkal lafı: “ondan kalmadı, kara tren var”. Kısa, eglenceli yirmi dört saatti. Puslu, karmaşık, karanlık kadınsın, bileğine vurulduğumun ankarası… Öyle tutma bir daha sigarayı. Çabuk bitiyor günlerim.
Yorum Bırak