İyice içmiştim. Gözlerim garsona takıldı. Masada oturan mini etekli kadının aralanmış bacaklarına bakıyordu. Bakmaktan çok dalmıştı. Aklıma ortaokul sıralarındaki halim geldi. Kızların bacakları ne gizemli bir vaaddi. İçtikçe uzay zamanın içime yığıldığını hissediyordum. Binlerce yıldır yaşayan milyar ayaklı, milyar kollu bir yaratık olduğumuzu hissettim. Açlıktan ölen, savaşan, sevişen, düzen ve düzülen bir tek varlıktı sanki. İçtikçe eriyordum. Tek başıma ben hiç bir şey ifade etmiyordum. Bardaki garson bir kapı açmıştı o anda. Diğer insanlara akıyordum. İnsanın evrensel bir bütün olduğunu düşündüm. Binlerce yıl yaşanan ne varsa birikiyordu yeni doğmuş çocuğun üstüne. Yeni doğmuş değildi hiç bir bebek. Bir ağacın son…
Yorum BırakKategori: DÜZ YAZILAR
Kırılan şeyleri istediğin kadar onar, eskisi gibi olmadığı aşikâr… Her şeyi geriye sarıp silsek oraları. Üzerine dalga sesi kaydetsek.
Yorum BırakKiminin mutluluğu kiminin derdi… Çünkü iki kefesi var terazinin.
Yorum BırakMusa denizi yaracaktı ki bu dağ buradaydı. Sezar imparator olduğunu ilan ediyordu, bu dağ buradaydı. İsa çarmıha gerilirken bu dağ böyle bekliyordu. Fatih kardeş kanıyla abdest aldı, karacaoğlan türkü söyledi bu dağın etekleri karlıydı. Bak şimdi yeşermiş. Bu dağ yerinde hala. Zirvesine çıksan, yol yapıp üstünden geçsen onu yenemezsin. O senden sonra da bu ovayı izleyecek. Diz çök önünde. Saygıyla dinle rüzgarları. Uzat ellerin dokunsun bulutlara. Sen bu dağı yenemezsin. Onu ancak severek seni ezmesinin önüne geçebilirsin.
Yorum BırakAnkara’da bitmek tükenmek bilmeyen nemli, soğuk bir esinti. Kırkikindi yağmurları diyorlardı sanırım. Kimbilir her şey bu yağmurlara göre işlemektedir iç anadolu tarlalarında. Kiminin mutluluğu kiminin içini karartıyor her zaman olduğu gibi. Yağmur duasına çıkarken birileri, biz nemli esintinin bitiş gününün yaklaşmasını diliyoruz doğadan. Sinüzitimiz var çünkü. Kiminin mutluluğu kiminin… Çünkü iki kefesi var terazinin.
Yorum BırakRüzgarla uçusan bir kağıt mendilin ardından caddenin ortasına atlayıvermişti. Bir anda trafik tıkandı. Mendili yakaladı, cebine attı. Mutluydu. Şakşak İbo. Mahallenin delisi. Sürekli el çırparak gezdigi için Şakşak İbo derler. Yaşlanmaya başladı artık, saçları ağardı. Küçükken etrafinda çemberler çizer el çırpardık ”Şakşaak İbo Şakşaaak İbo”. Ağzı köpürür bizi kovalamaya başlardı. Kaçıp apartman kapısını kapayıverirdik. Gelip çılgınca kapının camlarını yumruklar, bazen çatlatır, yabanıl çığlıklar atıp giderdi. Apartmanda bir de Bilgün Abla vardı. Bu deliye çok iyi davranırdı. Abla dediğime bakmayın o zamanlar otuzlarındaydı. O kadar güzel bir kadındı ki kimsenin dili teyze demeye varmazdı. Uzun dalgalı saçları, askılı elbiseleriyle sokaktan geçerken…
Yorum BırakGeceydi. Çam ormanında yürüyorduk. Sustuk. Üstümüzde yıldızlar. Sustuk. Uzaktan gecenin uğultusunu duyduk. Yakınlarda yol da yoktu. Sonra anladık, birbirine sürtünen milyonlarca iğne yaprak uğulduyordu. Bir süre hiçbir şey demeden öylece dinledik. Orman fısıldıyordu.
Yorum BırakGavur marsa bir uzay gemisi yollamış. Havalanırken bir de kamera koymuşlar ardında kalan dünyamızı görüntülemiş. Harika bir manzara bu gittikçe eğilen sonunda küreselleşen görüntü. Tam televizyonda marsa giden geminin çekimlerini izlerken kapının zili çaldı. Karşı komşu gelmiş. Kambur,buruşuk, yaşlı bir kadın. Elinde cam bir kapta içine incir ve portakal dilimlenmiş, üstüne ceviz serpilmiş, buram buram tarçın kokulu buz gibi bir aşure getirdi. Portakal dilimlerinin diri, turunç ışıltısına baktım. Yoksa genç kızlığın mıdır bu getirdiğin serin kase? Neyse oturdum yedim aşureyi. Ve marsa gemilerle gittiğimiz gün gelinceye kadar Nuh’un gemisiyle idare etmeyi bildim.
Yorum BırakTabanından tavana kadar kitaplarla dolu küçük bir sahaftı. Bir seksenden uzun yüz yirmi kiloluk bir adam işletirdi. Dükkanın içinde hareket etmesi imkansızdı müşteriler serçe kadar çocuklar olmasa. Çocukların boyunun yetişebileceği yere kadar çizgi romanlar olurdu. Daha üstte ciddi kitaplar. Şimdi düşünüyorum o kadar çok çizgi roman vardı ki, İstanbul’daki “gerekli şeyler” yetersiz kalıyor. Ağzımızın suyu akarak serilere bakardık. Conan, Mister No, Mandrake, Kızılmaske, Alaska, Zagor, Silver Surfer, Örümcek Adam, X Men, Zembra, Ten-Ten, hiçbirinin hakkını yemek istemiyorum. Yalnız Tommiks’le çok alay ederdik. Süt kuzusuydu. Muhallebi çocuklarına tommiks demek adet olmuştu bizim mahallede. Conan ve Tarkan’ı kıyaslamak nasıl keyifliydi tanrım. Yüzbaşı…
Yorum BırakÖpüşmek sahiplenmekten çok bir yokoluştu benim için. Bir hiçe sayıştı. Neyi? Aklına ne gelirse. Yel değirmenlerini yeniyordum. Sonra öptüğüm kıza karşı bile savaştığımı farkettim. Gözlerinin rengi çocukluğumun güneşli öğleden sonralarını hatırlatırdı bana. Yabanıl, mutlu ve koşturmaktan ter içinde kalmış bir çocuğun salak iyimserliği çökerdi yüzüme. Sonra bir kız mantıklı olmaktan bahsetti. Bir diğeri hayatın gerçeklerinden. Öpüyordum onları ve birlikte çekip gitmeyi düşlüyordum. Bir dağ köyüne veya ne bileyim ispanya’da bir kurabiyeci dükkanı açabilirdik. Önce bunları söylemedim onlara. Anlatınca gülüp geçtiler. Kimsenin “başka türlü bir şey” istediği yoktu. Ütopyaları yoktu. Onlarla da savaştığımın farkına vardım o zaman. Yel değirmenlerine onlar da…
Yorum Bırak“İnsanın en büyük sorunu maddeyi ruha çevirmektir” demiş Kazancakis. Nazi kamplarında insandan sabun, kitap cildi, sicim, düğme yapıldığında belki beş bin belki on bin yıllık bir tarihin sonuna gelinmiş oldu. Bu bir bozgunun doruk noktasıdır. İnsanın maddeye çevrilmesi. İnsanlık tarihinin hiç bir katliamı, hiç bir tecavüzü bu boyutta bir yenilgi değildir. Her şeyin sıfırlandığı an. Çekilen insani acılardan çok daha fazlası var toplama kamplarında.
Yorum BırakBir insanın kendisiyle olan umutsuz mücadelesi: Cem Karaca. İki insan sanki. Gençliği ve yaşlılığı boğuşuyor. Gençliğini öldürdü. Şimdi şarkılarda, anlatılan öykülerde yaşıyor tamirci çırağını söyleyen coşkulu adam. Boğazı kesilmiş bir gerilla lideri gibi. Yaşlı adam şarkılarla savaştığının farkında değil. Bir efsaneyi yenmeye çalışıyor. Kendi isminin altında eziliyor her gün. Bu kadar uğraşmasının asıl nedeni parasız kalmış olması herhalde. Yoksa o küçük barlarda söylemezdi, emin olun. Ve eski şarkılar istendikçe peçetelerle her gece belki anlıyor belki anlamıyor umutsuzluğunu bu yaptığının. Öfkeyle reddediyor onları söylemeyi. Müthiş bir mücadele bu.
Yorum Bırakİş çıkışı kaldırımlarda dans eden çiftler görebilir miydik? Gün batımında şarkı söyleyen kızlar oğlanlar da olur muydu? Kaç kişi öpüşür sokaklarda, kedinin bokunu sakladığı gibi kapalı kapılar ardına gizlenmektense. Sen kaç insan gördün söven, kavga eden; kaç insan gördün öpüşen? Sokağa çıktığında nasıl bir şehir bekliyor seni? İçine derin bir soluk çekip rahatlayabiliyor musun? Artık güzel bir şey görmek istiyorum. Yüzeysel, tamamen görüntüler dünyasına ait ve ilk bakışta baştan çıkaran. Salakça mutlu etsin beni. Dünyaya ve insana estetik bir görünüm vermekten o kadar uzağız ki. O asıl aldırmamız gereken iç güzellik denen şeyin ne kadar nadir olduğunu anlıyoruz. Odana astığın…
Yorum BırakYağmur inatlaştı Ankara’yla. Gece de yağmayacak. Rüzgar olunca yağmazmış. Elini yaslama duvara, üşüteceksin.
Yorum BırakÇimlere seril şöyle. Kapa gözlerini. Hafiften rüzgar esiyor. Bulutlar gelip kapıyor güneşi. Çimin nemini sırtında hissediyorsun. Rüzgar çıkıyor yeniden. Güneş açıyor. Güneşin soğumuş bir parçasıysa dünyamız, hepimiz külüz. Güneş ve kül. Ve böyle dostlukla ışıldaması aldatmaz seni. Öyle bir ülkede doğdun ki sen, doğanın korkunç bir canavara dönüşebileceğini biliyorsun aslında. Yarın kuraklık gelecek belki, belki bir depremde bu çimlerin arasına gömülecek büyüdüğün kent. Şimdilik bunları düşünme ama. Sevdiğin kızın gözlerinde altın ışıltısına bak gökyüzünün. Ve yalnız o gözlerin kamaşmasında bir an tanrıyı görür gibi ol. Kağıda eşgalini çizebilecek kadar net, kıvılcım gibi kısa bir an. Sonra da seviş işte. Ölmeden…
Yorum Bırak