İstanbul’dan saat 18 sularında Ankara istikametinde kalkan Yakup Kadri Karaosmanoğlu hızlandırılmış treni Sakarya yakınında raydan çıktı. Ölü ve yaralı sayısının yüksek olmasından korkuluyor Bu son dakika haberiyle irkildik. Spikerin heyecanlı sesinden büyük bir kaza olduğunu anlayabiliyorduk başta. Sonra telefon konuşmaları, bağırışlar, çığlıklar, basın açıklamaları, kriz masası telefonları geldi. Kazanın üzerinden birkaç saat geçmemişti ki TCDD o bölgede hızlandırılmış trenlerin hızlanmadığını açıkladı. Sonra sabotaj iddiaları geldi. Sonra istifalar sorusuna başbakan haddinizi bilin gibi bir cevap verdi. 50 yıldır kazalar oluyordu. Dünya kurulduğundan beri cinayet de işlenirdi fakat, neyse asilenmeyin yaptı Tayyip. Olay mahalline helikopteriyle nasıl da süperman edasıyla ulaşıvermişti oysa. Mazlumun…
Yorum BırakKategori: DÜZ YAZILAR
Nalan Hanım endişenin kırıştırdığı sert gözlerle Lale’yi süzdü. “Gel canım”. Ağlayan genç kadının koluna girdi. Üst kata çıktılar. Lale kendini tıpkı çocukluğunda olduğu gibi teyzesine teslim etti. Böcekle dolu bir odaya yeniden girmiyormuş gibi. Nalan Hanım sert bir sesle bağırdı: Çekilin. Yerdeki karaltı yatağa giden bir boşluk araladı. Lale kanamaya devam ediyordu. Yatağa bıraktığında titrediğini farketti yaşlı kadın, elini alnına bastırdı. Ateşi yükselmişti. İşaret parmağını tehdit eder gibi savurarak yerde duyargalarını yatağa çevirmiş hamam böceklerine çıkıştı: Sakın yaklaşmayın, ne hale getirmişsiniz kızcağızı. Banyodan soğuk su ve havlu getirdi. Gecenin bu saatinde yardım isteyebileceği hiç kimse yoktu. Lalenin alnına, boynuna, bileklerine…
Yorum Bırakhaşlıyorum. soğuduktan sonra parçalayıp tabağına koyuyorum. kokuyu alınca miskin miskin tabağın yanına geliyor. etraflıca kokluyor. burun kıvırıp yatağına geri dönüyor. nasıl olsa yiyecek. umursamıyorum. çalışmaya daldığım zaman arkamda beliriyor ağzında bir tavuk parçasıyla. “hav hav”. oyun. o saklayacak ben de bulmaya çalışacağım. odadan salına salına çıkıyor. şimdiye kadar hiç arkasından gitmedim. körlüğüne saygım var. ne de olsa onun oyunu bu. tekrar kitaba dönüyorum. işareti yine o veriyor; “hav hav”. kalkıp tüm odaları teker teker arıyorum. kapı arkalarına, yatak altlarına, dolapların yanındaki boşluklara kadar aklıma gelen her yere bakıyorum. yok. bulamıyorum. hiç de bulamadım zaten. sıkılıp tekrar masama dönüyorum. bir zaman…
Yorum Bırakartık değiştim, dedim ama ben de, dedin, sen de
Yorum Bırakbugün şaşırtıcı hayal güçlerinden bahsedebilirim. ya da muhteşem ve sihirle dolu günlerden, insanla dolu. belki iyi arkadaşlardan, eski ve yeni sevgililerden, ondan bahsedebilirim. göğüslerinin kokusundan. ya da çember kareleyenlerin hikayesini anlatabilirim. arşimet’in romalı bir asker tarafından öldürülmeden önce neyle uğraştığını söyleyebilirim size. pi’nin ilk 100 basamağını sayabilirim. turuncuyu gösterebilirim. 52 günün hikayesini, gizmo’nun oyunlarını, babamın yalnızlığını, annemin gözlerini… zakkum ve ot kokusunu tarif edebilirim. bir pink floyd türküsünden dem de vurabilirim. 03.02.2003’ü, ara sokakları, mahalle kahvelerini, melekleri, yürümeyi, can sıkıntısını yada duvarları… zaman üstüne ahkam kesebilirim. çirkinlikleri bir anda… yok yok. en iyisi sahanda yumurta tarifi vermek.
Tek Yorum1944 yılının yaz ayları açık mavi, duru bir gökyüzüyle geldi. Savaş bitmek üzereydi ve rüzgarın sakin, ılık esintisi umut çağının gelişini haber veriyordu. İnsan Gemlik’teki o eski köşkün serin bahçesinde akşam üzeri oturup limonatasını yudumlarken dünyanın böyle değişeceğini nasıl düşünebilirdi. Lale Hanım hayattaki tek akrabasının evine bir akşam üzeri vardı. Arka bahçeden gelen alaturka bir plak sesine yöneldi. Köhne yalının tenha taşlarında dolaştı. Teyzesi ak saçlı, uzun siyah tek parça bir elbise giymiş, üstüne beyaz dantel örtülü bir masanın başına oturmuştu. Nalan Hanım ellerinde tahta bavullar, karnı taşıdığı çocukların yüküyle şişmiş genç kadına baktı. Yıllar önce çocukken gördüğü yeğeni, hamileliğin…
Yorum Bırakkıvır kıvır saçlarda uyumuşum, bir ölünün saçlarında uyumuşum.
Yorum Bırakhintlilerin ünlü ramayana destanının ilk cümlesi “burada değilsen, hiç bir yerdesin” miş. arkam, sağım, solum sobe. önüm silme muz bahçesi.
Yorum BırakAç, yalnız ve kederli yürüdü yollarda. Köyüne geri dönmüyorsa kendine duyduğu saygıdan. Bir de büyük bir şehre girer girmez hayatı kontrol edemiyeceğin duygusunun verdiği keyifli umut vardı. Ayakları nereye götürürse… Kendinden gizlediği bir çöküş isteğiyle. En dibe varan artık neden korkar? En alttaysan kendin olmamak için bahanen kalır mı? Düşündü ki, sokakta yatan ve karnı aç olan ve tanıdığı tek bir allahın kulu olmayan bir adam bile uyum göstermeye çalışır diğerlerine, kısmen de olsa. En altta olmak için toprağa mı girmek lazım? Hiç bir şeye sahip olmayanın özgürlüğü… Ölüler özgür müdür? Alışkın adımlarla namaz vakti bir camiye… Tüm bahçesi beyaz…
Yorum Bırakmendili almadığım için -ya da yüzüne bakmadan geçtiğimden, bilmiyorum- arkamdan “piç!” diye bağırdı. normal koşullarda ona kızmamam gerekirdi. sabahın köründe bir şey almayacağımı bile bile gelen kapıcıya çatabilirdim mesela. ya da “genç adamsın, burada pinekleyeceğine çalışsana” diyen kahveciye. hattâ bara girerken hala kimlik soran izbanduta sataşabilirdim. ama insanın ne zaman delleneceği belli olmuyor ki. döndüm. bir çocuğa vuramam ama silkeleyebilirim. öyle de yaptım. bir şey demeden kolundan tutup ileri-geri salladım. hoşuma da gitti. bu yüzden biraz daha salladım. bir şekilde pişman olduğuna kanaat getirince bıraktım. bırakır bırakmaz kaval kemiğime tekmeyi yapıştırıp kaçtı. biraz uzaklaşıp yine sövdü. artık umursamadım. köprüden karşıya…
Yorum BırakEy kısır gerçek Kasıklarından hayat suyu çekilmiş senin Hayaların kesilmiş, rahmin zehirli Soyun kurusun Gün yüzü görme Dost diye sarılanı sırtından bıçaklayan Aklımıza vurulmuş bir yüksün Nereye kadar taşır seni insan bir beygir gibi, Yorulmaz mı? Kibir ve kahır yükledin ruhlarımıza Kanat açıp uçmak istedik hep oysa Sonsuz mavi bir göğün en güzel kuşunu vurdun Kendinden başkasına tahammül edemeyen Öyle kıskançsın, bir başına kaldın Şüphe ve kararsızlık içinde kötürüm Sen gelince sesimiz kısılır, Bakışlarımız dalgın Ey gerçek, Senin karanlık yüzüne baktım Kuytularda saklanan bir korkaksın
Yorum BırakUzakta bir barda insanlığın en güzel duası için dönüyordu bir plak. Imagine. Tarihin en eski, en soylu dileği, kırılgan bir erkek ağzından gökyüzüne yükseliyordu. Çoban tepeden aşağı kendini bırakmış, dar ve karanlık sokaklar arasından şehir merkezine kendiliğinden iniyordu. Yalnızdı ve kendinden başka düş kuran yokmuş gibi karaydı insan suratları. Zenginler ve yoksullar hep ayrı mahallelerde yaşadı. Herhalde her ikisi de böyle daha rahat etti. Yollar genişledi. Sokak lambaları yanıyordu şimdi. Birbirine sarılmış kadın ve erkekler gördü. Ellerinde dondurma, şımarık oğlan çocukları. Yürüdü. Sokaklar aydınlandıkça neşelendi insan yüzleri, yumuşadı. Müzik çalındı kulağına. Biraz sonra döner ekmek kokusu. Kumpir üç milyon. Tam…
Yorum Bırakgün ışımadan çıktım yola. çamların arasından geçtim. dökülen dikenlerden kendime küpe ve kolye yaptım. çayıra vardığımda kimseyi göremedim. bir taşın üzerine oturup kılıcımı bilemeğe başladım. ilk ışıklarla o geldi. başlangıcına olduğu gibi bitişine de şahitlik yapacaktı. tepeyi tırmanmaktan kösülmüş. ses etmedi. öylece yanıma gelip oturdu. sigara uzattı… ardarda iki nefes… alışkanlık…”emin misin?” diye sordu. “başka yolu kalmadı” dedim… “cemal süreya ikinci karısına…” “sus!” kılıcı kaldırıp güneşe tuttum. parladı. “neredeyse gelirler…” sessizlik… ilkel bir güdünün ilkelce intikamı… hayatta kalan sevişir. “korkuyor musun?” diye sordu. “ölümden de, ölüm korkusundan da daha acı olan…” neyse… 2-3 saat daha bekledik. kimse gelmedi. ne o,…
Yorum BırakKendini hiçbir yere ait hissetmeyen adam, nerede kayboldun? Hangi sevgilide, hangi köşe başında? Giz dediğin açtıkça sıradanlaşır, ne yazık. Küçük, ince bir dereyi takip etti çoban. Tarlalar geçti tek bir insana rastlamadan. Sonbaharda toprağın nemli, güzel kokusunu içine çekti. Bir kuytuda bitli uyuz bir ite denk geldi. Ölmek için kimsenin olmadığı bu ağaçlığı seçmiş gibiydi, ilişmedi. Gökyüzünden beyaz bulutlar akıp geçti. Güzel bir mavi, güzel bir beyaz. Suyun şırıltısını dinledi. Yalnızca akıyordu ve yumuşacık bir selam verip taşlara, ağaçlara; yolunu arıyordu. Mutluydu derecik, yalnızca akıyordu. Çok geçmeden evler kara sinekler gibi konmaya başladı kenarına. Bunlar köyden çok, keyif için bahçeli…
Yorum Bırak“Kırk yıl” dedi çoban. “Kırk yıl kırk kuşak koyun güttüm bu çayırda. Kırk yıl boyunca bir tanesi şu patikadan sapmadı, yolunu şaşırmadı. Ahıldan çayıra, çayırdan ahıla. İşte şu gördüğün benim ellerim. Hepsi ellerimde doğdu, aynı ellerle kendim kestim çoğunu, bu ellerle yüzdüm postunu. Bu sessiz, taze sabaha aldanma. Huzur bulmadım. Geçmedi elime hiçbir şey, yıldan yıla patikada ufalan taşlar ve gökte solmuş yorgun bir güneşten başka.” Kalktı ayağa ve gözleri çok uzakta korkunç bir manzaraya bakar gibi büyümüş, yutkundu. “Bir koyun gibi yaşayıp bir koyun gibi ölmek istemiyorum. Bu köyün kırkıncı çobanı olmak istemiyorum.” Ve yürüyüp gitti kendi kendini güden…
Yorum Bırak