Banyodan yeni çıkmıştık. Saçları sırılsıklam. Kurutmuyormuş. Hatta ben saç kurutma makinesini fişe takınca şaşkın şaşkın baktı. Onun memleketinde hangi durumda kullanılıyorsa artık? Neyse odamdaydık işte. Ben üzerime bişeyler geçirmekle meşguldüm o da etrafa dokunuyordu. Sandalyede elini gezdirip perdeye bakıyor, arkasından ayağını halıya sürtüyordu narin narin. Bi ara bana bakıp gülümsedi bişey anlamamış gibi veya “ne kadar enteresan” der gibi. Ben babamdan aşırdığım mavi “baba” pijamasını yeni üstüme geçirmiş, salak salak onu seyrediyordum. Görünen kısmın keşfini bitirdi heralde ki; gardrobu açtı. Askıdaki gömleklerden birinin kolunu kaldırıp baktı. Sonra askısını kaydırıp diğerine… Gözlerini kapayıp koklamaya yeltendiğinde arkasından sarılıp “elbiselerime dokunma” dedim. Yüzünde…
Tek YorumKategori: DÜZ YAZILAR
Hikayemiz İstanbul’da başlar, Pera’daki meyhanelerde şarap açılır, acılı pirinç yenir. İlla arsız ve orta yaşlı ter kokan bir kadınla yatılır. Beyaz rusların işlettiği meyhanedeki garson kıza aşık olunur. Pek bir yaşam sevinci, fıstık çamlarının sızlattığı tatlı bir hüzün, çaktırmadan ince ayar bir nihilizm mayalanmıştır. Aradan 10-15 yıl geçer. Gençler Ankara kaldırımına düşer. Kömür kokan kış akşamlarında aşık ve sarhoş o kaldırımlar arşınlanır illa. Dil daha bir kıvraktır, devrim şart olmuştur. ODTÜ stadında mumlar bile yakılmıştır. Ümit her şeyden çok ve yoğundur, öfkeden bile. Hikayenin sonu acıklı biter. Gençler İstanbul’a dönmüştür, ortada ne dil kalmıştır, ne çamlar. İnternet vardır, internet gerçekten…
Yorum BırakBunlar benim ayaklarım, koşuyorlar. Bense şaşkınım, akşam olunca karanlığın böyle yumuşacacık, başımızın üstüne saçılışından. Bir hüzne, sonra bir sevince savrulup duruşumuzdan şaşkınım. İkisi arasında ne fark var, biz seçiyorsak. Kafam karmakarışık, oysa ayaklarım hafiflemiş, koşuyorlar. Belki kaçıyorlar; yılların kederinden, her coşkunun içinde saklı çöküşten, her üzüntünün uzadıkça ölüsü bilinmeyen bir yasa dönüşünden, her şeyin çürüyüşünden, pembe yanaklı bebeğin cesede, yemeğin boka, baharın kışa, kentlerin harabelere, ıslıkla eşlik edilen şarkıların sıkıntıya… çürüyüp gidiyorlar. Başsız ayaklarım kanatlanmış, pudra şekeri serpilir gibi kararıyor sağım solum. Köpekler havlıyor, ağaçlar hışırdıyor, arabalar farlarını gözümün içine tutarak kornalarını çalıyor. Büyük kestane ağacında kargalar hep bir ağızdan…
Yorum BırakKeşke bilseydik neden kötü şairlerden böyle nefret ettiğimizi. Bütün keşkeler sahtekarlıktır. Dahası, “keşke” yalandır. O zaman cümleyi yeniden kuralım mı? Bilseydik neden kötü şairlerden böyle nefret ettiğimizi… Evet devamını getirmeli bu cümlenin.
2 YorumÖyle bir vakte geldim, gönlüm tatlı bir sızıdadır. Ağzımdan dökülen her kelime şekere dönecek ve birazdan başıma çok güzel bir şey gelecekmiş hissi. Her şey nasıl da yerini bulur…
Yorum BırakBir sinemanın önünde dururmuşum. “Pan’ın Labirenti” oynuyormuş. Koca İstanbul’da sevgilinle geçecek başka yer, başka zaman bulamamışsın; önümden geçip gitmişsin. Midem sancıyarak oturmuşum sinema koltuğuna ve film oynamış. Labirente düşmüşüm. Meğerse çocuğun gördüğü hep hayalmiş, gerçeğe dayanamıyormuş. Öyleyse hayal kurmak ve inanmak tehlikeliymiş. İşte gerçek apaçık önümdeymiş; yürüyüp gitmişsin. Gözlerim dolu dolu olmuş; o kız çocuğunu ne de güzel anlamışım. Sonra? Sonra birlikte film izlemeye başlamışız. Sonrasını biliyorsun. Hayal kurmak o kadar kötü değilmiş.
Tek YorumNe çok söz söylendi, ne çok kalp kırıldı. Ne çok çiçek açtı, ne çok gün geçti. Ne çok boşluk, ne çok beyhude vakit. Her şeye rağmen iyki sevmişim diyebilmek, iyki sevmişim. Ne güzel aktı ırmak, ne güzel, ferah mavi bir gök oluncaya kadar genişledi göğsüm. Derin bir soluk, rahat ve sessiz. Sarı güneş altında kuşlar uçurduk. Annem, gençliğim, taşıdığım can. Ben bir canım. Tek bir can, tek bir anne, tek bir gençlik, gül kokan. Dört bir yanı sardı gül kokusu ve ben ilk defa aşık olunca anladım büyük bir bütünün küçük bir parçası olduğumu. Kalp hiç onarılmadı. Kırık dökük devam…
Tek YorumEn kötüsü de, hangi şehri terk etsen, terk edecek “bir”in yok…
Tek YorumGidelim buralardan, buralar berbat. Belki bir temiz dayak yemeliyiz kendimize gelmek, nerede olduğumuzu, nasıl kaçıştığımızı anlamak için, gel, gidelim. Zaman dolalı çok olmuş meğer, durduğumuz kabahatmiş, allah belamızı versin. Gidelim, ağzımızı burnumuzu kıracaklar bak yoksa. Gidelim buralardan, buralar hep özel mülk… Polise ihbar ettim bizi, az sonra gelecekler. Sözümü dinle sen gel, bir an önce gidelim, şimdi çıksak, sabaha, berrak bir yeni güneş. Tertemiz, öncesiz, anısız bir aydınlık. Bir bahane daha uydur, anlamaz kimse. Bir oyun daha belki, sessiz film gibi. Bir insan daha getir aklına önce. Yine kendini anlat, yalanı bol öyküler. Gidelim… Buralar bizim gibi, buralar berbat.
Yorum BırakTabii… Yenik çocuk hırsıdır yeniden canlandıran, koşturan yeniden, yamaçlar arasında. Tabii! Elini bırakacak korkusu bir yandan da, o ilkokul sabahındaki gibi, annene bir öteden hasretle bakar gibi. Tabii… Nedenini bilmezsin bunca ayrılığın, ki bunca uzakken zaten bunca tanımsız, ödünç aldığın nice sesten bir nefeslik kalmışken, tabii, nerden bileceksin sonu nerdedir? Nerede başlamıştır, tabii, nerede cidden? Neyi özlesen, o kadar uzak işte! Neye uzaksan artık yakınmak olur tabii. Anlamazsın, uykudan yeni uyanmış gibi bakarsın, çiçek gibi bakarsın o adını bilmediğin. Bir ses nasıl bakarsa, öyle bakarsın tabii… Tabii ki bütün bunlar eserindir, senin bitmek bilmeyen o öykülerin. Her nereye dokunsan, oradan…
Tek YorumAdam gelir, sahilde yakınındaki bir taşa oturur. Saçı başı dağılmış, uzun siyah paltosu var. Cebinden bir şişe şarap çıkarabilir her an. Bunu beklemiyorsun ama olabilir, bir yanın bekler. Kendi kendine konuşmaya başlar, sinirlidir gerçekten. Kıbrıslılar ne yapıyorsun diye sorulunca kendi kendimi gezdiriyorum dermiş. Gendi gendimi gezdiriyom. Öyle işte, kendi kendine halleri biraz gariptir türkçede, deliliğe yakın. Adam kendi kendine konuşadursun, sen başlarsın kendi kendini düşündürmeye. Bu adamın da bir öyküsü var. Hem belki ne öyküdür? Kaldırımda geçen 1-2 yıl, sekiz-beş mesaisiyle geçen onlarca yıldan çok daha renklidir, burası kesin. İyi bir şey olduğundan söylemiyorum. Ne işimiz var betonun üstünde? Kıçımıza…
Yorum Bırakhavada olmak özgürlüktür… avuçlarını dolduran, ruhunu arındıran o rüzgâr ve onun huzur veren uğultusu… beklediğin şeyler ve beklendiğin yerler, önemini yitirir, kısarsın gözlerini… aklından neler geçer… havada olmak özgürlüktür… ayakların yere basmaz, düşüncelerinde mantık aranmaz tabii, havadasındır… geçmişle gelecek arasındasın, yerle gök arasında… havada olmak özgürlük… koca bir okyanusun, tam ortasında… bedenine işlemiş yılların, düşüncelerini yoran bir yığın safsatanın, anıların, heyecanların, kırgınlıkların, uçup gittiği nokta… havada… bilincin, belleğin özgürlüğüdür o, alabildiğine… yere düştüğün zaman, sana neyin çarptığını bile, hatırlamamacasına…
Tek Yorumgideceğimiz yönden habersiz etrafa bakınıp sanki biri çıkacakmış da bizi olmamız gereken yerlerde olduracakmış”ı düşünürken o en olmadık anlarda aklına gelir ya inadına komikliklerle süslenmiş bir macerada önlerde yer aldığını ve birden bire gerilerden gelip üç boy da farkla at yarışları ne komiktir aslında para için yarıştıklarının farkında olsalar bu kadar uğraşırlar mı derken bir gün herkesin sustuğu saatte herkes de benim konuşmamı bekler gibi yüzüme anlamlı anlamlı bakıp senin en çok bu yönünü taktir ediyorum işte ben sanki o yönümün farkında bile olmadan yıllarca nasıl da aldanıp türlü türlü yollarla aklından geçenleri bir bir okuyup ona göre davranabilmek için…
Yorum BırakHer şey gelir adamın başına. Dünya dediğine de akıl fikir ermiyor aslına bakarsan. Yani bi gariptir halimiz, gülsen olmaz ağlasan olmaz. Döner dolaşır en kıymetli şeylerin hep yanı başında durduğunu görürsün. Bir elde etme değil kaybetmeme savaşıdır bu; eldekileri tam bilemeden… Mutlu veya mutsuz olmayı seçiyor insan az çok ve bol bol ağlıyor hayatta. Öyle işte, gariptir insanın halleri, neyi neden yaptığı belli olmaz.
Yorum BırakBey dağları eteğindeymiş Rus harbinden kaçıp geldiklerinde gezip de kondukları yer. Kolishal diye bir yermiş memleketleri, tıpkısının aynısıymış köyleri. Arayıp bulmuşlar, oraya benzesin istemişler tıpkı bir beşik gibi. Dağlar morarırmış, bulutlanırmış, aşağıya duru ırmaklar salar, eteklerini emzirirmiş. Kenarında kendiliğinden serpilen kavaklar… Kavaklar hışırdar, gölgesi derinmiş. Bir değirmen varmış eskiden kalma. Kız görkemli dağlara bakar sorarmış: – anne bu dağlar Allah mı ?
Yorum Bırak