öyle beyazdın ki sen anlatamam. içinden insan geçiyordu, bulutlar geçiyordu içinden. ağustos gecesinin sıcağı geçiyordu, saat de aksi gibi, biri beş geçiyordu. tutar yine hesabını yaparsın. kaç yemin ettin bugüne kadar, kaç kişiye söz verdin cumartesi gecesi için, otobüse yetişmek için kaç dakika erken çıktın evinden, kaç zamandır sürüyor zamanla sohbetlerin? ömrüne kaç gün eklersen, kaç sigara eksilir hayatından? gecenin bir yarısı olmuş, sokağa çıkmışsın, atlamışsın bir taksiye, sakin, demişsin, sakin bir yer. cinayet mahâllerini arar gibi, ıssız sokaklara girip çıkmışsın saatlerce. biri çıkar da dalaşır diye, yaka paça girersiniz birbirinize diye umut etmişsin. yara bere içindeki günlerini böyle temizlemek…
Yorum BırakKategori: DÜZ YAZILAR
sen parantezine aldım, bizi. sadeleştim ben, hikâye oldum.
Yorum Bırakçok yürüdüm, yorgun düştüm, başka bir yol aradım… nereye kaçacağımı bilemedim, canım sıkıldı… yalnızlığıma denk geldi yine, üşüştüler başıma… kelimeler… kelimeler kadar zalimini görmedim… yalnızlığıma denk geldi, yazmayabilemedim.
Yorum Bırak“sana böylesine uzak biri, nasıl bu kadar önem taşıyabilir senin için? saçma.” bir önemi saçma kılan, şiddeti midir; yoksa şiddeti “zaten” mi saçmalığından?
Tek YorumBi daha hiç on yedi olmadın. Gözlerin yaşla doldu, yüzün kızardı ama kimden utandığını bilmiyorum, bizden mi kendinden mi? Bir mesafeyi algıladın, belki hayatınla ilgili imkansız bir şeyi farkeden bir çocukcağızdın o anda. Sıraselviler’de yokuşu yavaş yavaş tırmanan elinde asasıyla bir derviş vardı, üstüne nur değil neon ışıkları düşmüş. Dervişe selam verdin, üstü başı yırtık, kara bir palto. Başladı doğrudan anlatmaya, on altı yıldır beslediği bir köpek varmış, arabanın altında kalıp ezilmiş. “hiç yanlış yapmadı bana”, böyle dedi derviş amca, on altı yıl boyunca hiç yanlış yapmamış köpecik ona. Elinde çuval boyutlarında koca bir çöp torbası köşe başlarına, çöp tenekelerinin…
Yorum Bıraksana ben, sahipsiz plaklardan hüzzamlar dinletirdim, okunmamış kitaplardan paragraflarım vardı… kapanmış sayfalara dipnotlar düşecektim, yakılmış mektuplarda satır başlarım vardı… adresler olacaktım arka yaka semtlerde, küsülmüş şehirlerde yalnızlıklarım vardı… uçulmuş kanatlardan kuşlar derleyecektim, açılmış gökyüzünde güneşe yollar vardı… çocuksu kaygılardan düş çalardım sana ben sabahı sarmalayan uyanışlar da vardı. sana dair çiçekler sulamıştım…
Yorum Bırakuyandığımda, yol kenarında, yara bere içinde buldum kendimi. ağrılara bakılırsa çok yüksekten düşmüştüm bu sefer. birkaç dakikada ancak doğrulabildim. üzerimdeki tozu toprağı çırptım önce. çok susamıştım, güneş tepedeydi, yorgunluktan ölüyordum. gözümü yola dikip gülümsedim. hatırlıyordum… kestirmeden gelmek isterken kayboluşumu, “buradan düşen iflah olmaz.” diye düşünürken arkamdan gelen kanat sesiyle irkilişimi, ayağımın altından kayıp yukarı doğru sürüklenen tepeyi, yukarıdan bana yazıklı gözlerle bakan yaşlı kargayı, ayağa kalkıp şuursuzca -kim bilir ne kadar- ilerledikten sonra, tekrar tepeye bakıp, ağız dolusu bir küfür patlatacakken tam, kararan gözlerimi… * * * bu çöl hikâyesi sayfalarca anlatılabilirdi aslında. ama özü şudur bu sözün: bir kitaba…
4 YorumBıçak keskin olduğunu farkettiği anda çoktan bir şeyleri kesmiştir. Mesele şudur ki, bir adamın boğazını da kesmiş olabilir, ekmek de. Bir bıçak bir adam kesti, diğeri bir dilim ekmek. İkisi birbirinin aynı da olsa, keskin olmak ikisi için farklı anlamlar taşır. İki ekmek bıçağından biri halinden memnundur, diğeri hayatını sıkıcı bulur. İki cinayet aletinden biri kendinden utanır. Diğeri, izin verseler kesmeye devam edecek; o kadar öfkeli ve gaddar. Öyleyse keskin olduğunu farkeden bıçak kendini bilir mi? O henüz yeni tanışıyordur kendisiyle. Daha içeri buyrun, daha içeri. Bıçak kendini kesmemiş, henüz kendini bilmiyor o zaman. Kese kese yıllar geçmiş, bıçak der…
Yorum BırakAdamlar konuşur, kadınlar konuşur, kimi kızgın, kimi neşeli, kimi sağcı, kimi amasyalı, biri müdürlük etmiş 30 yıl, bir diğeri annesini hiç görmemiş, sen de dinlersin, çok öfkeli bir adam ama aslında iyi biri dersin veya bütün bu sıcaklığın içten içe seni etkilemek için kurulmuş bir sahne olduğu hissine kapılırsın, kıl olabilirsin. Çeşit çeşittir konuşacak mevzu ama o sırada alttan başka bir metin geçmektedir. İşte diyorum, o her neyse, aslında iyi olan, aslında narsist olan, aslında kıskanç olan, işte diyorum o her neyse onu konuşsak, o her neyse yan yana oturup sussak, kucaklaşsak, o her neyse bizim korkumuzu yıkıp ortaya çıksa.…
Yorum Bırakbuluşmalara hep on beş dakika geç giderdi. üzerine bir de istemsiz gecikmeyi eklemek gerekirdi tabii. müge’nin derdi günü güçlü olmaktı. kimse gülemezdi onun hallerine, kimse acıyamazdı ona, ağladığını görmediler bugüne kadar. yine sitemsiz ve güleryüzle karşıladı onu caner. yirmi beş dakikadır bekliyor olmasını sorun etmemişti yine. müge’yi gördüğüne seviniyordu her zamanki gibi. ama onunla buluşuyor olduğuna da hâlâ şaşırıyordu aradan bir buçuk ay geçmesine rağmen. bu yüzden, müge’nin ilgisizliklerine de, buyurganlığına da pek itirazı yoktu. sonuçta seviyordu onu. güçlü oluşunu, sahiplenmeyişini ve sahiplenilmeyişini. arkasında gizlediği gülü uzattı utangaç gülümsemesiyle. ilk kez böyle bir şey yapmaya cesaret etmişti. içinden öyle gelmişti.…
Yorum BırakSizin orayı bilmem, bizim buralarda çöpçüler akşam saatlerinde başlıyor işlerine. Çöp arabaları trafiği tıkamasın diye böyle yapıyorlarmış. Bizim sokağa 9 gibi geliyorlar mesela her gün. Çöpçülerin sözleşmeli olanları bir de belediyenin kadrolu işçisi olanları var. Kadrolular aynı işi yapıp sözleşmelilerin 2 katı para alıyor mesela. Sizin orayı bilmiyorum ama bizim sokağa bir de öğle saatlerinde çöp arabalarıyla gelen genç adamlar var. Onlar da gündüz geziyor sokakları, çöpçülerden önce. İki tekerli metal arabaları var, araba mı demeli tam bilmiyorum. Metalin üstüne geçirilmiş kocaman bir çuval, iki tekerlek, ucundan tuttukları uzun metal boruları olan bir alet. Çöpçüler sokakları temizler, kokuyu, salgın hastalığı…
Yorum BırakSanki ölüm hiç yokmuş gibi yaz akşam oluverdi, çocuklar sokaklarda çığlık çığlığa oynuyor sanki ölüm hiç yokmuş gibi, sanki ölüm hiç yokmuş gibi anneler balkonlardan seslendi, sanki ölüm hiç yokmuş gibi herkesler uykuya dalıverdi, sanki ölüm hiç yokmuş gibi neye sarılıp yaşıyorsun sen? Sen ölünce bu çocuklar bu bahçelerde gezinecek, senin diktiğin ağaçlar altında dinlenecekler, sanki ölüm hiç yokmuş gibi.Mülkünü ne kadar da sahipleniyor insan, ölüm elinden almayacakmış gibi. Verandada yavru kediler mırlıyordu benim efendim, üstelik bir çaydanlık gibi sıcak, kardeştiler, kardeş oldukları her hallerinden belli.Kediler fokur fokur uyuyordu, ağustos böcekleri tempo tutmuş atışıyordu.Yakındaki derenin sazlıklarından kurbağalar ara ara uzun…
Tek YorumFotoğraflar. Mahcubiyetle kenetlenmiş eller, eğilmiş sırtlar, yırtılmış elbiseler. Yüzler tabii. Hep baktığımız, gün boyu baktığımız, bakmaya doyamadığımız, hiç tükenmeyen. İnsan yüzü… yüz yüze gelmek yüz yüze bakmak yüz vermek yüzü yok yüzü yerde yüzü tutmamak yüzü suyu hürmetine yüzü solmak yüz üstü bırakmak yüzü sirke satmak yüzünün akıyla çıkmak yüzü kızarmak yüzünü çevirmek yüzünü kara çıkarmak yüzünü gören cennetlik yüzünü ekşitmek yüzünü ağartmak yüzünün kızarması yüzüne kan gelmek yüzüne bakmamak yüzünden okumak yüzünden düşen bin parça yüzü kara yüz karası yüzü kalmamak yüzü gülmek yüz göz olmak yüzü görmemek yüzü ak yüz görümlüğü yüzünü ağartmak yüz bulmak yüz kızartıcı… Çokça…
Yorum BırakNeler neler olmak istedin sen. Bir süper kahraman, büyük bir siyasal lider, bir dahi, gitarist, astronot, orkestra şefi, mevlevi dervişi, yazar, psikiyatrist. Neler neler olmak istedin. Yolun sonunda psikiyatrist olmak düştü payına. Bu herkes tarafından görülen ”gerçek” hayatın. Yollar yürünürken kafanın bir yerinde hep başka hayaller kurdun. Bu yüzden hiç hırslı görünmedin, hep sakin bir insan oldun, gerçek seni buna zorladı. Uysal bir ifadeyle gündelik işleri idare ederken hep içinden bir ah çektin, ah bir bilseydiniz. Neler neler olmak istedin. Dahası hayallerin için hiç gerçek uğraşlar vermedin. Hep korktun sen. Komik duruma düşmekten, kınanmaktan, sonunda utançla hata yaptığını anladığın bir…
Tek YorumTerkedilmiş karanlık gemiler gibiyiz ve öylece salıverilmiş denizin ortasına. Hep akıntıdır karşılaştıran bizi ve koparıp uzağa düşüren. Akıntıdır alır götürür, birbirimizin etrafında dolanarak, sokularak, çarpışarak… Ağır ve nedensiz iniltiler bomboş güvertelerde. Her yerde pas ve deniz. Yükler boşaltılmış, tayfalar terketmiş. Sarhoş gemiler, yalnızca yüzdüğü için gemiler hala. Felakete uğramış, sevinç içinde, her kaygıdan kurtulmuş, bir tek hüzün kalmış geriye, tek bir çığlık sesi dahi duyulmadan çarpışarak… İnildeyerek, öncesini ve sonrasını artık merak bile etmeden. Tek bildiği denize kapılıp gitmek. Akıp gitmiş ve ümide gerek kalmamış. Kendine ve diğerlerine ümit beslemeden, ne bir acıma, sessiz ve tek bir çığlığın dahi duyulmadığı…
Yorum Bırak