Seni kendi istediğim şekle sokmak için çok uğraştım, seni bir kalıba sokmaya çalıştım bugüne kadar üzgünüm, diye girdi söze Elif. Olduğun gibi sevmeyi beceremedim demek ki. Sabırsız davrandım belki de bilmiyorum. Hep değişmeni, benim sende değişmesini istediğim şeyleri hemen değiştirivermeni bekledim, olmayınca bunaldım. Halbuki çok da mühim şeyler değildi biliyorum. Önemsemedin sen de zaten pek. “Hayır hepsini önemsedim” diye araya girdim, hassasiyetim sesime işlemişti. “Hepsini önemsedim, haklı bulmadıklarımı uzun uzun konuştum seninle. Haklı bulduklarımı da değiştirmek için uğraştım. uğraşıyorum”. Elif, söyleyeceklerini unutmak korkusuyla hızla araya girdi, “neyse işte, demek ki bana yetmemiş ya da ben anlamamışım veya anlamazdan gelmişim bilmiyorum.…
Yorum BırakKategori: DÜZ YAZILAR
soru işareti sorunun arkasına konmaz, gözünün içine bakıp beklediğin cevabın önüne konur.
Yorum Bırakherhangi bir mahalle maçında üçüncü kornerden elde edilen penaltıyla gelen gol için sevinç nidaları atan, takım arkadaşlarının kucağına atlayan, veya timsah yürüyüşü yapan neredeyse hiç görülmemiştir. golü atarsın sonra maç devam eder. ama golü yiyen taraf için durum her zaman sinir bozucudur. topu kornere çıkarmama konusunda özen göstermeyene sinir olma hakkı mahfuzdur. öte yandan gol hukuken geçersizdir. kornerden penaltı, korner kullanılamayacak kadar dar alanlarda oynarken uygulanır. ama ne evrensel futbol kurallarında böyle bir denklik vardır, zira penaltıların gole dönüşme oranları kornerlerden elde edilen gollerin üç katından kat be kat fazladır, ne de bu kuralın oynayanların vicdanında tartışmasız müsbet bir yeri.…
Yorum Bırakölüler dirilirdi, çıkamazdım ki otelden ben otelden hiç çıkamazdım ki edip cansever valizi topladın. banyoda diş fırçan, şampuanın kalmıştır. prizde şarj aleti, klasik. odaya girer girmez bir sigara yakmıştın pencerenin önünde. perdeyi hafif aralayıp, üç dört hafta boyunca bakacağın görüntüyü çekmiştin içine. giderken de öyle yapacaksındır, klasik. hepsi aynı. içeri girersin ve hangi şehirde olduğunun önemi kalmaz. antep de olabilir, zonguldak da. fark etmez. yatak, koltuk, banyo, havlu, loş ışık, televizyon, pencere, içki, kitap, sigara, sessizlik… yalnızlık. ilk ne zaman başkalarının yalnızlıklarıyla konuşmaya çalıştın, odalarda bıraktıkları? ne zaman dalaştın ilk? ve neden aşık oldun ki otel yalnızlığına? veda zamanı. ünlü…
Yorum Bırakvirgülün sağındaki ilk basamaktım oysa ki. bir’e tamamlanmaya en yakını, en hevesli olanı.
Yorum Bırak– neredesin? dedi. gerçekten nerede olduğumu mu merak etti, yoksa orada olduğunu mu belirtmek istedi anlamadım. birincisi de ikincisi de bencileyin önemsiz, hatta aynı, orada değilsem. birincisi de ikincisi de sencileyin önemli, çok farklı, burada değilsen. merak işte. sonra..çok az zaman sonra kendi kendime sordum: -neredeyim ben? bu soruyu bir yerde olmak istediğim/dilediğim için mi yoksa gerçekten merak ettiğim için mi sorduğuma karar veremedim birincisi, bencileyin de sencileyin de önemsiz; soruyu kendi kendime sorduğum için. ikincisi -de- bencileyin ve sencileyin önemsiz; soruyu kendi kendime sordurttuğun için. en basiti böyle.
Yorum Bırak-kharon sen misin? -benim… -beni girişten yolladılar anam, karşıya geçirecekmişsin. -zor…paran var mı? -ne parası, yok para. -olmaz o zaman. -kardeşim bizde kefenin cebi yok derler. öldükten sonra aklayıp paklıyolar, kıçına pamuk tıkayıp yolluyorlar buraya. ne bileyim para lazım olacağını. -kalırsın o zaman burada. arafta… -bak güzel kardeşim, para yok ama boğma erik rakım var. imamdan nasıl kaçırdığımı bi ben bilirim. -o ne ki? -aa, sen boğma rakıyı bilmiyor musun? anlatayım bak. sen önce tut şu elimi, yavaş yavaş, hah şöyle.. sür, sen sür. anlatıyorum ben.. şimdi bu boğma rakı dedikleri efendime söyliyim erik olsun, incir olsun bilumum…. teşekkür ederim
Yorum Bırakinsanları sevmem. ama bu turan’ı başka türlü sevmiyorum. onun dışında tanıdığım tek turan rıfat ılgaz’ın hababam sınıfı kitabındaki “sidikli turan” olduğu için ben de ona çok düşünmeden (daha doğrusu düşünmeye gerek duymadan) bu lakabı yapıştırdım: “sidikli” … geceleri altına kaçırıyor mu kaçırmıyor mu bilemem. o karısı ile kendi arasındaki sorunu. benim için cisimleri, olayları, kişileri birbirine karıştırmamanın tek yolu onları kendimce kodlamak. sidikli turan işte. nedeni neyse ne, hiç sevmiyorum bu adamı. dairede çalışırken ankara için görevlendirme yazısı önüme geldiğinde turan’ın da ismini gördüğümde ağzıma ekşi bir tad geldi. sonra görevlendirmenin kısa vadeli evrak götürmekten ibaret olduğunu öğrenince rahatlar gibi…
Yorum Bırakbugün tüm öğleden sonra çalıştım. iki kişiyle tartıştım. iki kişi de bana çay ısmarladı. tartışmaların ve ısmarlanan çayların nedeni aynı olduğu için gündelik hayatla o an fitleştik. akşam beş buçukta eve geldim. duş aldım. ayaküstü bir şeyler atıştırdım. mutfak tezgahının önünde gazete kağıdına sarılı avakadoyu görünce hemen işe koyuldum; önce keskin bir bıçakla dikine kesip kabuğunu sıyırdım. çorba kaşığı ile ayıklayıp bir tane limon, bir tane rendelenmiş ince diş sarımsak ve bir tutam tuz ile çatalla eze eze pütür pütür kalacak kıvama getirdim. balkona yuvarlak masayı çıkardım. ince belli bardağa yarıdan biraz fazla rakı, üstüne bir parmak su koydum. yeni…
Yorum Bırak-hiç uğruna kahvede otururken mağdurun üzerine yürümüş elinde silahla “seni öldürürüm” diyerek. kahvedekiler araya girip almış elinden silahı. şimdi biz biliriz ki; kişi dış dünyada ne kadar değişiklik meydana getirdiyse hepsinden ayrı ayrı sorumludur. her sonuç ayrı bir suçtur. dolayısıyla adam “elinde silahla seni öldürürüm diyerek” hem silahla tehdit, adamın üzerine yürüyerek de yaralamaya teşebbüs suçunu işlemiştir. her sonucundan sorumlusundur. -gerçek öyle gözüküyor, evet. fakat tehdit suçu en temelde: “bir başkasını.. vücuduna..yönelik saldırı gerçekleştireceğinden bahisle” yapılması halinde oluşur. bu haliyle adamın ileriye yönelik “saldırı gerçekleştirme” fikrini ortaya koyma gibi bir durumu da zamanı da yok . çünkü adam “seni öldürürüm”…
Yorum Bıraksöylenecekler söylenmiş, raconlar kesilmiş, hesaplar kapanmıştır. anlatılacak, “ anlam” lara kavuşturulacak bir şey kalmamıştır artık. hiçbir şey… değil mi ki “söyleyecek bir şeyi olmadığı halde birini aramışsınız” o zaman olmuşsunuzdur. beklemiş, kalmışsınızdır. öngördükleriniz, yaşadığınız yerin ufkunun ötesinde belki, bir bir önünüzden geçerken ve gösterirlerken kendilerini, biadlar mı neydi, yoksa bağıtlar mı bozuldu, bir şey görmüşsünüz, ilk şey görmüşsünüzdür. hiç’den bir piç’siniz artık. yorgun argın eve gelirsiniz. önce ortalığı toplarsınız. yerleri süpürürsünüz. birikmiş tabakları, bardakları makinaya atar, tencereleri elinizde yıkarsınız. sonra çamaşır makinanıza beyazları atarsanız. ütüyü tamir ederseniz. evi havalandırır, yatak çarşaflarını değiştirirsiniz. okumadığınız, üst üste dizili birikmiş kitaplarınız ile günlüklerinizi…
Yorum Bırak“bugüne kadar düşündüklerinin bir önemi yok, yaşadıklarının da.” sanki yanımdaymışcasına sesini duyuyordum hala. sarı araba, radyosunda bilmediğim şarkılarla, anımsamakta zorlandığım caddeler ve tabelalar arasından, soluk mavi gömlekli sürücüsünün istediği hızda, bir saat öncesine takılmış düşüncelerimle beni bir yere götürüyordu. “yeni bir hayata başlıyorsun artık, buna alıştır kendini!” manzarası olduğuna inandırıldığım için bu odayı kiralamıştım, en bayağı pazarlama taktiklerine boyun eğebilecek kadar yorgundum o an. zaten bir gün yalandan ölen birisi olursa cenazesine katılmaktan onur duyacağımdan eminim. diğer odalarla aramızda duvarlar yoktu sanki. tıpkısının aynısı dekorların içinde kendini diğerlerinden ayrı tutmak için her yol mübahtı, kartvizitler bunun için yaratılmıştı. karınca yuvasından…
Yorum Bırak-bir- önündeki röntgenlere evirip çevirip bir daha baktı. ben o sırada odayı inceliyordum. -kaç yıldır sigara içiyorsunuz? diye sordu. -yanlışınız var ben sigara kullanmam, dedim. bir elindeki röntgenlere, bir de bana baktığını hissettim. o sırada ameliyat elbisesinin üst cebindeki kalemler topluluğunu seyrediyordum. -anlaşıldı, dedi, bir kaç test yapalım o zaman, iki gün sonra gelebilir misiniz? -gelebilirim, dedim. ahlayıp puflayan insanların sıra beklediği koridordan geçip sağlık ocağının bahçesine çıktım. hava güzeldi. serindi ama güneş vardı. bir sigara yaktım. derin bir nefes alıp bahçedeki kavak ağaçlarının salınışını seyrettim. teraslı evleri, dar ve helezonik merdivenleri, salaş mekanları, tünelleri sevdiğim gibi hastanalerdeki doktor odalarını…
Yorum Bırak-hep eksik mi kalacağız böyle artık? -daha kötüsü: ne bir eksik, ne bir fazla.
Yorum Bırak– işte abi. vurgunu yiyince böyle elin ayağın tutmaz oluyor. – iyi de koçum, kim dedi sana o kadar derine dal diye? sonra mutfağa gitti çay tazelemek için. ulan dedim, lafı güzel koydu puşt. peki nasıl oldu da ben bu gediği göremedim? konuşacaktım aslında. derdim tasam bir inci bulmaktı, olmadı diyecektim. derken odaya girdi iki elde iki ince belli. çayın kokusuna mı, yoksa onun gamsızlığına mı sustum hatırlamıyorum şimdi. üç bardak daha susup uyumuşum. – işte abi. vurgun yiyince böyle elin ayağın tutmaz oluyor. – iyi de koçum, kim dedi sana o kadar derine dal diye? sonra mutfağa gitti çay…
Tek Yorum