ocak ayı, finallerin tam ortası. çalışmak gerek ama kafayı toplamak mümkün değil. başımda büyük bela var. nefret ettiğim bir ilişkiyi kavga dövüş sürdürüyorum. bir elin parmaklarını geçmeyecek sayıdaki ilişkilerimde, nedense ayrılmayı bir türlü beceremedim. terk edilmeye daha yatkınım. kolayıma geliyor. karşımda ağlayan kadın görmeye dayanamıyorum. benim de ağlayasım geliyor. kendimden nefret ediyorum. saat iki gibi topladım çantamı, çıktım okuldan. eve yürürken bir otuz beşlik de kanyak aldım. kahveyle içerim. bir kupa kahveye bir parmak kanyak. nereden baksan yedi sekiz kupa demek. sakinleşmek gerek. ikincide aradı. “çalışamıyorum” dedi “canım sıkılıyor, okulun kütüphanesindeyim hâlâ”. “ne yapabilirim?” dedim. “bir şey yapamazsın tabii de…
Tek YorumKategori: DÜZ YAZILAR
Sabah son zamanlarda hiç olmadığı kadar dinç uyandı Serdar. Kapıcı Serdar. Dün akşam gördüğü sahne gözünün önünden gitmiyordu. Yirmi sekiz numarada oturan yirmi dört yaşındaki hostes kızın asansör kapısı açıldığındaki hali unutulacak gibi değildi. Zemin kata geldiğinin farkında bile değildi kızcağız. Alarmı kurmuştu halbuki ama duymadım mı, kapattım mı noldu diye söylenerek çantasını apar topar hazırlamış, makyaj işini kırmızı ışıklara bırakıp alelacele saçını toplamış, özensiz giyinmiş atmıştı kendini asansöre. Serdar koca apartmanın çöplerini atmış ter içinde bodrum kattaki evine dönüyordu. Yirmi dokuz yaşına yeni basmış, dört senedir evliydi. Bu işi de iki sene önce bulmuştu. Yakışıklı, esmer, dalyan gibi oğlandı.…
Yorum Bırakkurgu basittir. aklına ilk gelen üç kelimeyi ya da kavramı seçersin ve onlarla ilgili düşündüklerini yazarsın. teknoloji, gece, kağıt, yolculuk, meclis tv, giyim, yemek, rüyalar, porno, sarı tabelalar vs… kelime sınırlaması yoktur. hiç bir sınırlama yoktur. sonra yazdıklarını gönderdiğin kişi senin seçtiğin o üç kelime ile ilgili kendi düşüncelerini yazar. yazarken de senin o kelimeler (kavramlar) ile ilgili düşündüklerin hakkında ne düşündüğünü de aynı başlık altında. sonra kendi de üç kelime seçer, ne düşündüğünü yazar ve sana yollar. yani altı kavram hakkında ne düşündüğünü yazmış olur. sen -aynı şekilde- sana yeni gelen üç kavram hakkında ne düşündüğünü, onun düşündükleri hakkında…
Yorum Bıraksevgili tahsin; “ggggggggggggggggggggggggggggggggggggggggggggg gggggggggggggggggggggggggggggggggggggggggggggggggggggg. gggggggggggggggggggggggggggggg; H.” narı taşa çalmak diye bir deyim duydun mu hiç? anadolu’da yayladan kışlığa geçerken avluda betona nar çalınırmış eskiden. nar parçalansın, taneleri dağılsın, en son tane kaybolana kadar evin bereketi sürsün, nazar olmasın diye.. bunu duyduğumda aklıma gelmişti. en son taneyi bir zaman sonra bulsan tesadüfen, hani avluda sigara içip aylak aylak sedirde otururken mesela. avludaki çınar ağacından döne döne düşen yaprağı takip ederken yere dokunduğu anda gözüne ilişse ağacın dibinde.alsan yerden elinde evirip çevirsen hani alı gitmiş taneyi. narı parçaladığından taneyi bulana kadarki zamanı düşünsen.başından geçenleri.hiç de inanıldığı gibi olmamışsa hayat…bereket de büyü de…
Yorum BırakTestiler kırılmış. Sarhoşlar ağlaşıyor. Ya biz ayılmayalım ya bu güneş doğmasın Allahım. Sabah vakti. Serçeler sesleniyor sabah vakti. Şarap ver Rabbim! Şarap ver. Şarap…
Yorum BırakHep bildiğin gibi hayat. Hep diri, hep güçlü. Hep güzel. Kayıp giden bizleriz, kaybolan. Bak hayat öylece duruyor yerinde. Sen daha hayatını kaybetti, öldü filan demeye devam et. Sesimiz duru bir gök altında yankılandı bir vakit, sonra… Bir kırlangıç maviden mi yapılmış ne, başımızı sıyırarak ağaçları aşıp gitti.
Yorum BırakSayıklamalar’ın yayına başlamasının üzerinden on üç yıl geçti. Yazıdklarımızı kağıt üzerinde görmeyi hep istedik ama o cesareti yeni bulduk demek ki. 29 Ocak itibariyle SYKLMLR Fanzin’in ilk sayısını bitirdik, çoğalttık ve bir kaç mekana bıraktık. SYKLMLR Fanzin’i bulabileceğiniz mekanları buraya tıklayarak görebilirsiniz. Bu mekanlara ulaşamayacak durumdaysanız iletişim bölümünden bize ulaşırsanız posta yoluyla da gönderebiliriz.
Yorum Bıraköyle uzun zaman geçti ki kendimi hatırlayayım derken eski defterlerin arasında bulduğum bir çocukluk hatırası kadar içten ve bir o kadar yabancı saatlerin peşinde susarken birden bir ses mi duydum bir renk mi gördüm bir başkadır buraların kokusu dediğinde gözlerini açtığı anda o orman yerinde kuşların da garip güzel seslerinin patladığı noktadan geçen iki doğru vardı ya peşimizde iki doğrunun arasında kalmak üzereyken elini uzatıp sanki çekiversen bütün hikaye saçma sapan bir noktada bitecek mi kokusunu duyduğun anda hatırladın ya o ilk heves ilk heyecan ilk işkence diye katlandığın ama adın gibi bildiğin bir şey varsa o da sen gelemezdin…
Tek Yorum1. “aklî dengesini bulmak” diye bi şey yok bak. 2. “iyi”nin kötülüğü de “kötü”nün iyiliği de zarar. 3. korkuyu gizlemenin en kısa yoludur, cesaret. 4 kırık bütünlerden sağlam parçalar yaratmaya çalışıyoruz. 5. senden nice uzaksa, öyle ağır gelir ipte uçurtma. 6. hayatımızı astık ya askıya, şimdi artık ne giysek yakışmıyor. 7. – “yaz” ile “yaz”ın, farkı nerdedir çocuk? – biri ünsüzle başlar kavrularak güz olur; diğeri acıyla başlar, ünlenerek söz olur. 8. orijin: iki yanım sonsuzluk, öyle orta yerdeyim. 9. – bir daha yanına gelirsem iki olsun. – “bir” daha iyi değil ama “iki”den… 10. renginden belli olur, yaşadığı, insanın.…
Yorum Bırakelbet bir gün kaybolacağını biliyordum.hissediyordum, defter arasında saklanan fotoğraflar, bir çekmecede unutulmuş notlar gibi yavaş yavaş silinerek gideceğini, gitmeyi tercih edeceğini. gidişini hikayeleştirmek ile karikatürize etmek arasında kaldığım zamanlardan birinde daha iken, sana bu satırları yazıyorum. daha önce de birbirimizin aklından taşındığımız olmuştu. neden gittiğimizin, ne zaman döneceğimizin ya da kiminle gittiğimizin hiçbir önemi yoktu. bilirdik ki yine de aynı mahalledeydik ve yolumuz düştüğünde birbirimizin pencerelerine bakarak geçerdik evlerimizin önünden. ışık varsa, oradaydık. oradaysak, misafirliklerimiz davet gerektirmezdi. davetsizlik, gereğine kanaat getirdiğimizde yorgun akıllarımız için sığınaktı. neden sorulmaz, çayın yanına da şeker getirilmezdi. diyorum ya, elbet bir gün kaybolacağını biliyordum. adamın…
Yorum Bırakher şey düşlendiği parlaklıkta kalsa kimsenin kalbi falan kırılmazdı. onu tanımayan bir insanı endişelendirecek bir sükunetle sigarasını söndürmüş, şöyle bir doğrulup kapıya doğru bakmıştı. susuyordu ama sırtının, boynunun her kıvrımıyla konuşuyordu bağıra çağıra. son iki saattir sehpada küçük depremler yaratan telefonu ritmik iki artçı sarsıntı sonrası durulmaya karar vermiş; bana ise usulca sönen ışığını takip etmekten başka yapacak bir şey kalmamıştı. ekranda yazanları bilmemize ihtimal yoktu ancak isabetli tahminler yapabilecek kadar öngörü sahibi insanlardık şunun şurasında. iki cümlelik daha sustuktan sonra yeniden yanıma uzanmış, iki tekil çaresizliği yan yana getirmek işe yarayacakmış gibi koynuma sokulmuş, iki elini bir yapmaya karar…
Yorum Bırakkumruları düşündüm. güvercinlere özeniyorlar eşşoğluları. onlar gibi yaşayıp güvercinleşiyorlar. anlamıyorsun bir zaman sonra hangisi güvercin hangisi kumru? ben anlamıyorum mesela. sormak istiyorsun da dinleyen kim? got, got, got… biri artık bir başkası olsa söyler miydi bunu sana? küllüğü fırlatırken televizyona geleceğini düşünmemiştim zaten. fırlatırken bile.. küllük televizyona çarpıp o afilli şangırtı odada yayılınca banyodan koştu geldi. önce televizyona, sonra bana, sonra da küllüğün halıya dağılmış porselen parçalarına baktı. “senden korkuyorum” deyip yatağa yattı. benden olabildiğince uzağa. yorganı boynuna kadar çekip tedirgin bakışlarla tavana bakmaya başladı. uyudu bir süre sonra arkasını dönüp. olabildikçe uzaklarda. sokaklara çıkıyorum. dolaşırken kemik çerçeveli bir gözlük…
Yorum Bırak“daha çok var mı?” dedi, arif. 1,70 boylarında, 70-75 kilo civarı, kısa saçlı, kumral yeşil gözlü bir çocuk. hayır bu arif değil, benim. arif’i görüyorum, arif olduğunu biliyorum ama nasıl biri olduğunu bilmiyorum. arif benle konuşuyor. fakat soruyu sorduğum anda arif’in o seçemediğim bedeninin içine girip cevap bekliyorum kendimden. “daha çok var mı?” kendimle konuştuğuma ve ortada iki tane ben olduğuna göre bu gerçek olamaz. demek ki rüya görüyorum. rüyamda arif bedenindeki ben’in, ben bedenindeki ben’le tepedeki selvi ağacına doğru ulaşmaya çalıştıklarını ve yamaçta arif’in -ben’in yani- bana bu soruyu sorduğunu izliyorum. selvi ağacı olduğuna kesinlikle eminim. öğrenmiştim. kavak ağacından…
Tek Yorum1. “sır”dır aynanın sırrı. 2. mutsuzluğun kaynağı mutluluk. 3. “sen”im ben senin için. 4. hep iade-i itibar hep bi geçmiş zaman. 5. çok da değişmedin, suçlarından aldırdın biraz. 6. ali, merhametinin üçte birini ayşe’ye verse merhametleri yine eşit olmuyor, kim bilir ali ne çok acı çekiyor… 7. pazarlıkta kullanılan fedakârlık, olsa olsa “yatırım”dır. 8. iyi olmak zorunda değilken de iyiysen iyisindir. 9. – ileride ne olacak? – geride miyiz biraz? 10. perde arkasındaysan “oyun”cusundur. 11. bilmediklerin “yok” değil. 12. “hiç” biter mi?
4 Yorumnasıl gittiklerini bile görmedim. zilzurna sağırdım. onlar da işte nasıl. hani duymuyorlar felan değil haaaa.. nasıl da.. -ha? nasııl? kim koydu lan bu çöpü buraya? görmedim adam çöpleri topluyordu. yok yok getirmiyordu. bildiğin çöpü götürmek için torbaya yerleştiriyordu. akacaklar var, şişeler, buruşturulmuş kağıtlar, bez parçaları. demekki torbada yerleştiriyordu. yüksek yoğunluklu polietilen 65×80 lik poşet kullanıyordu emekli coğrafya öğretmeni kemal bey. poşetin tabanına -ola ki- akarsa çöp suyunu emsin diye kullanılmış gazeteleri, eskimiş yer havlularını, lime lime olmuş bulaşık süngerlerini yerleştiriyordu. onların üzerine tabanda hacimsel yer açmak ve elastiki poşeti köşelendirmek için aşağıdan yukarı kırık tepsiyi, kalın işe yaramaz örgü dergilerini…
Yorum Bırak