Düşüncemiz dile eşleniktir, belki kendisidir, düşünme eyleminin içsel bir konuşma süreci olduğu kabul edilebilir. Düşünce ya içimizde bir yerde duyulmaktadır kendi kendine, ya yazılır ya okunur, birisi konuşuyordur vs… Ama dile bağlı gelişir. Peki akıl özünde bir dil türevi ise, içsel bir lisan kabul edelim, fiil ve eser olan yerde öznenin olmadığı bir evren tasavvuru nasıl tutarlı olacaktır? Yani ama öyle diye tutturmadığımızı düşünelim. Öznenin kayboluşu aklın işleyişine aykırıdır, önerilen alternatif öznesizlik özneleri birbirinden farklıdır ve hiç biri diğerinde tam olarak işe yaramaz. Acaba evren bizim aklımızın işleyiş ilkelerine uymak zorunda mıdır? Kuantum fiziği neden sonuç ilişkisinin olmadığını, bunu ortalaması…
Yorum BırakKategori: DÜZ YAZILAR
Humanizmin parlattığı efsanevi insan algısı paramparça olurken bir yandan yaşanan dünya savaşı, adaletsizlikler, Sartre ve Camus gibi varoluşçuları doğurdu. İnsanın bir özne olma kapasitesi hakkında kafalarda sorular uyanmışken, düşünüyorum öyleyse varım falan diyen felsefenin düştüğü durumunu düşünün. O zaman felsefeyi hayatta kalmaya çalışan genler mi, tesadüf mü, tezle antitez mi üretiyor, yoksa annesini ayartamayıp kendini kitaplara vuran nevroz bombaları mı bütün felsefeciler? Tanrı değil, insan değil, evrim ve marksizm de bir yerde şişme yapıyor, hadi bakalım buyrun yeni öznemize, anlamsızlık. Hayatın ve evrenin tamamen anlamsız oluşunun kişiye nasıl sınırsız bir özgürlük alanı açtığının övgüsüyle, bu özgürlüğün etik sınırlarının tartışılması felsefenin…
Yorum BırakÜniversite yıllarımda aşırı sigara içmekten çatlamış sesiyle evrenin esas yasası olarak diyalektikten bahseden marksist abilerimi hatırlıyorum. Tez, antitez, sentez. Bu kafiyeli ses sırasının evrenin işleyiş düzeneği olduğunu anlatırlardı, ağacın yaprağı yok, ağacın yaprağı var, ağacın meyvesi var gibi ossur ossur ipe diz örnekler verirlerdi. Çoğu dürüst ve iyi insanlardı, anlattıkları fikirlerle belki grev yapılabilirdi, siyasi parti kurulabilirdi, hatta devrim yapılıp devlet dahi kurulabilirdi ama diyalektik materyalizmin tarih ve evreni anlamada adeta kabız bir fikir oluşunu bir türlü yüzlerine söyleyemezdik, çünkü çok alınırlardı. Tanrı yerine Darwin raslantıyı önerirken , Marx diyalektiği önerdi. Aydınlanmanın idealize ettiği insan kavramından evrim teorisi tam bir…
Yorum BırakPeki dinde dahi az buçuk sarsıntılarla hazmedilmeye çalışılırken kriz nerede patlak verir? Tanrı’nın agnostik,ateist veya laik bir dürtüyle silinip yerine insanın konması garip ama doğa bilimlerinde ve felsefede büyük ve yüzyıllardır aşılamayan bir özne krizi yaratmıştır. Bu konuyla belki abartılı gelecek ama din adamlarından çok daha fazla uğraşmaya başlar biyoloji/fizik/kimya bilimleriyle uğraşan insanlar. Bu sorunla ilgili gerilim hala dinmeyen tartışmalarıyla Darwinist evrim teorisinde doruğa çıkmıştır. Darwin bizden fiili ve sonuçta ortaya çıkan eseri görsek de öznenin olmadığını düşünmemizi ister. Çünkü der bu din adamları bizi çok prangalara vurdular ve vurmaya devam ediyorlar. Peki bu dünyanın ana öznesi olarak kabul edilegelmiş…
Yorum BırakBatıda aydınlanma hareketinin en belirgin özelliği, düşünen bir varlık olarak insanı, üstelik sokaktaki sıradan insanı Tanrı’nın karşısına bir özne olarak yerleştirmesidir. Aydınlanma öncesi dünyada yapıp eden O’dur, özne temelde Tanrı’nın kendisidir. Bazen din adamları, ermişler, krallar veya halifeler geçici olarak özne görevini devralıp kullandıklarını iddia edebilirlerdi, ancak bunun sokaktaki insan için düşünülmesi o zamanlar küfürdür. Oysa gittikçe yükselen bir Babil kulesini andıran bilimsel bilgi arttıkça, endüstriyel devrim ilerledikçe, insanlar Tanrı elinde bir piyon olduklarını duymaktan hoşlanmaz hale gelmişlerdi. Üstelik bu özne adına konuşan eyleyen bir takım adamların ahlaksızlıkları ve adaletsizlikleri ayyuka çıkmışken bu hiç de zor değildi. Humanizm, tanrılardan ateş…
Yorum BırakOnlar çok kötü, biz iyiyiz. Çünkü biz evvelden de iyiydik, çünkü biz iyi olanız. Onlar kötü, gelip bize bir şey yapmasınlar? Aslında hepsi o kadar kötü değil, bazılarıyla konuştum ben, başlarındaki kötü. O başlarındakine uymasalar gene iyi ama.. Aması olmuyor işte, çünkü biz iyiyiz onlar kötü,kandırılmışlar üstelik, başlarındakinin de kötü olduğunu kabul edemiyorlar, bazen işlerine gelmiyor bazen gururlarına yediremiyorlar, çünkü onlar kötü biz de iyiyiz. Onlar eskiden beri kötü, biz de eskiden beri iyiyiz de ondan. Zaten dedem derdi, o zamandan böyle böyleymiş bunlar. Yani nasıl göremiyorlar bazı şeyleri hayret doğrusu. Bir bıraksalar inadı, gelseler şöyle bizim gibi olsalar, ne…
Yorum Bırakİyi bilinmek, ne büyük yük. Kurtul gitsin şundan. Hadi.
Yorum BırakVer dedi, aşkın zekatı var. Kırkda bir mi? Gülümsedik, yoksa ikimiz de biliyoruz, Zekat, ihtiyaç fazlasını paylaşmaktır. Verdim gitti, Canımı.
Yorum BırakCahildim, okuma yazmam yoktu daha. Sevmek ve sevilmeyi ayrı işler sanırdım, seven ve sevilen diye ayrılık mı olurmuş hiç?
Yorum Bırak“Her cümle belli bir düşünceyi, duyguyu aktarmak için kurulur. Bu cümlenin, ifadeceği anlamı açık ve anlaşılır bir biçimde ortaya koyması gerekir. Ayrıca mümkün olduğunca gereksiz unsurlardan arındırılmış olmalıdır. İşte bu özelliği göstermeyen cümleler, anlatım bakımından bozuktur.” Sokak ortasında güpegündüz hırpalanmış deli gibi hissediyorum, dedim. Dayaktan öncesini de anlamadığıma göre anlatım değil hayat bozukluğu, kendi kendime dedim. Hadi öpüşelim. Düşündüm.
Yorum Bırak…kapıyı kırıp içeri girdiğimizde, yere boylu boyunca uzanmış halde çürümüş bir ceset, onun hemen başucunda da özenle derlenip düzeltilmiş bir tomar teksir kağıdı duruyordu. Teksir topunun en üst yaprağında el yazısıyla ve büyükçe “Yazın Günler Çok Uzun”; onun biraz altında daha küçük ve eğik harflerle, “Nihat Melik Duraner” yazıyordu. Savcı bey cenazeyi tetkik edip etrafta cinayet şüphesi uyandıracak herhangi bir emare olmadığına kanaat getirince, kemiklere yapışmış çürük etlerden ibaret cenazeyi şu turuncu poşetlerden birine koyup morga gönderdik. Nüfus kayıtlarına göre evde ikamet eden başka kimse veya mevtanın yaşayan birinci derece akrabası yoktu. Bu Nihat burada yaşayan münzevinin tekiydi belli ki.…
Yorum Bırakalelade bir ikindi vaktiydi. okuldan kızılay’a yürümek istemiştim. hava serindi. soğuğu hissetmek iyi geliyordu. hayır, kafam boştu. bir süre cadde boyu yürüdükten sonra parkın içinden geçmeye karar verdim. bir zaman yürüdüm. sanılanın aksine yeşillikler, ağaçların hışırdaması, parkın alacakaranlık havası, bir başına oturan ve dalıp gitmiş yaşlı teyze, öpüşmek için etrafı kollayan liseli sevgililer ve onları uzaktan seyrederek pantolonun önündeki kabarıklığı okşayan adam ruhumu olumlu ya da olumsuz etkilemedi. parkın çıkışına doğru gözüme diğerlerinden yeni olduğu aşikar (tahtalarının diğerlerinin aksine sütlü kahverengi rengini kaybetmemesinden anlıyordum bunu) bank ilişince oturmaya karar verdim. bir sigara yaktım. canım çektiğinden değil. adet yerini bulsun diye.…
Yorum Bırakönce sesli harflerimi yitiriyorum alfabemde. kim çaldı, ne zaman, nasıl oldu hatırlamıyorum. rüya görüyordum. uyandığımda sesim çıkmaz oldu. (bak; düş’ten uyandığımda sesim çıkmaz oldu) zorladım kendimi. cılız bir “a” sadece. a..aa..aaa… elimde bir tek kalan; “a”. konuşup yazamıyorum bu yüzden. soranlar şaşırıyorlar. “aaaa” diyip her şeye şaşırmama şaşırıyorlar. şaşırmıyorum. (şaşırmıyorum ki.) tam alıştım derken bir gün, bir zaman -ama mutlaka ansızın- M’nin de yittiğini farkediyorum. (M’yi kaybediyorum) beni’M diyebilmem için gerekli olan M’yi. şimdi hiç bir şeyi sahiplenemiyorum bu yüzden. elimdekileri de kaybetmiş, sanki hiç olmamışlar gibi. bir harfi kaybetmekle nasıl olur bu? M… beniM, diyemiyorum işte. üstelik ben buyuM…
Yorum BırakYine böyle bir gündü bak, hiç unutmam. Zaten nerede gereksiz şey varsa unutmam ben. Birini kapıdan uğurlamakla meşgulüm ama öyle uzatmışız ki yeniden içeri buyur edeceğim hani. Etsem ederim de bunun çay demlemesi var, en az yarım paket daha sigara içmesi var, baktın gitmedi, yatak hazırlaması var. Var oğlu var yani. Nevresimleri de yeni yıkamışım aslında, mevzu o da değil. Üşeniyorum bildiğin. Eşikte durmuş, sanki az önce içeride susan biz değilmişiz gibi öyle bir sohbete başlamışız ki! Şiir gibi de muhabbet dönüyor hani. Ben git desem ayıp olacak derdindeyken, gideyim dese beni kıracağından korkan o var sahnede. Dekor ise sade; karşı komşunun üç boş saksısı,…
Yorum BırakEvine girdiğimizde yeni taşınılmış evlerdeki o karton ve ahşap kokusu yerli yerinde duruyordu. Ev beklemediğim şekilde düzenli ve temizdi. Son zamanlarda görmeye alıştığım, keyifle döşenmiş yalnız kadın evlerinden biriydi bu küçük apartman dairesi. Duvarlara kendi çektiği fotoğrafları asmış, salonunun büyük kısmı kitaplıklarla kaplı, kırmızı ve beyazın hakim olduğu küçük ama ferah bir evdi. “Çok güzel olmuş ev” dedim. Ceren gülümseyerek teşekkür ettikten sonra alelade bir teklifte bulunur gibi “birlikte yaşayalım?” deyiverdi. Bir yandan içimi okuyup bir yandan da benden bir adım önde gidiyor gibiydi. Ben de bu “oluverme” halini hiç bozmadan “olur” diyerek kabul ettim teklifini. Ceren iki hamleyle aklımdakileri,…
Yorum Bırak