Tahsin’in dediği: “Sen acıyı seviyorsun” Kanepede oturup hiçbir şey yapmadan, etrafa dağılan defterleri boş gözlerle izledim. Sigara bittikten sonra kaç saat böyle kaldığımı hatırlamıyorum. Sonra oturduğum kanepeye uzandım. Uyku ile uyanıklık arasında, ağrı, sancı ve düşünceler içinde bir süre yattım. Şakaklarım, ense köküm, göz çevrem zonkluyordu. Aç olmama rağmen iki defa ilaç içtiğimi hatırlıyorum. Gözlerimden yaşlar geldiğini de. Kusmamak için dakikalarca cenin pozisyonunda yattığımı da. Işığı söndürmem gerekmesine rağmen o günden beri evde bu ışığın hiç sönmediğini de. Aynada gözlerimin kızardığını gördüğümü de. Bakıp görmeden geçip gittiğini de. Bakıp görmeden geçip gittiğini de. Bakıp görmeden geçip gittiğini de… Ne zaman…
Yorum BırakKategori: DÜZ YAZILAR
Yazmayı orada bırakıp -biraz da sarhoşluktan- yatağa çekildim. Babamın cenazesinden sonra kasabaya döndüğümden beri günler yorucu geçiyordu. İşler birikmişti. Yazın da bu kasabadan ayrılacağımdan hem birikmiş işleri eritmek, hem de mevcudu eskisine oranla daha da azaltmak adına daha çok çalışıyordum. Akşamları da eve gelir gelmez içkiye oturup sarhoş olana kadar ya internette oyalanıyor ya kanepede kestiriyor ya da defalarca seyrettiğim bilim-kurgu filmlerini tekrar tekrar izleyip vakit öldürüyordum. Düzenli okumaları bırakmıştım artık. Bundan iki sene öncesine kadar haftada üç-dört öykü kitabı bitirdiğim günler geride kalmıştı. Canım ne okumak istiyor, ne de iki satır kalem oynatmak. Günlük niyetine tuttuğum deftere bile en…
Yorum BırakTahsin’in dediği: Kalemde çalışmak eskilerden kalan bir usuldü. Alışmak birkaç haftayı bile almıyordu. Vatandaş, çaycı, polis, katip, diğer dairelerin memurları girip çıkarlar, ancak çalışan kim olursa olsun işine devam ederdi. İş dediğin günün birkaç saatini ancak alırdı zaten. Kalem kapısının tam karşısındaki masada kâtibe evde hazırladığım notları yazdırırken, dizlerine kadar uzanan koyu kahve paltosu ile gençten biri içeri girdi. Beni ve kalemi süzdükten sonra gördüğü ilk sandalyeye oturdu. Bu ilçeden olmadığı belliydi ama ilgilenmedim. ∴ “Sadece yazıyorum, seninle konuşmuyorum, ikisi aynı şey değil” Bu hafta sonu annemle babam gelecek. Evi toplayacaklar. Kamyoncu pazartesi günü erken geleceğini söyledi. Tebligatı sabah aldım.…
Yorum BırakGüldü. Deli deli, tuhaf tuhaf, tuzlu tuzlu, mutlu mutlu, karışık karışık, anlamaz anlamaz, çifter çifter güldü. Ömür İklim Demir – Muhtelif Evhamlar Kitabı T. dostumdur. Kendisi bir oyun oynamayı teklif etti, ben de kabul ettim. Ortak bir hikaye yazacaktık. Buna göre o hikayenin belli bir kısmını yazıp bana gönderecek, ben de onun kurgusunu başlatmış olduğu hikayeyi sonraki cümlelerle devam ettirecektim. Bu böyle sürüp gidecekti; ta ki hikayenin konusuna, kurgusuna ve temasına uygun son altın vuruş cümleyi biri yazana kadar. Beni bir şeylere teşvik etmeye çalıştığını görüyordum. Hal(i) ile ilk cümlelere o başladı: Kaleme girdiğimde, üzerinde dirsekleri sürtünmekten eprimiş kaz boku…
Tek YorumHızlı adımlar atan yüksek ve ince topukların seramik zeminde çıkardığı ses benim kapımın önüne gelince kesildi. Zil çalmadı, kapıya tıklanmadı ve fakat ayak sesleri uzaklaşmadı da. Tedirgin bir merakla koltuktan kalkıp sessizce kapıya ulaştım. Kapının deliğinden baksam orada olduğum anlaşılabilir diye korkuyordum ama kimden, ne diye korktuğumla ilgili de bir fikrim yoktu. Öyle dikildim bi’kaç süre. Yeterince beklediğime kanaat getirince delikten dışarıyı kontrol edip kapıyı açtım. Etrafta kimse görünmüyordu. Kapıya bir şey, bir broşür, promosyon falan da bırakılmış değildi. Yeni paspaslanmış zemindeki yalın ayak yürüme izlerini görünce “aha” dedim, “yakaladım seni”. Merdiven boşluğuna açılan çıkışa sessizce ulaşıp demir kapıyı araladım.…
Yorum Bırak– Kaç yaşındasın? – En son kaç yaşında aşıksam… – Doğru ya, insan unutuyor bazı gerçekleri – Mesela uzun süredir şehirden çıkmamış bir adam düşün – Evet – Bulutsuz bir gecede yıldızların güzel olduğunu bilir, ama pekâlâ unutabilir nasıl da güzel olduklarını – İnsan unutur, hatıraları bile ona ait değil. – O zaman bir soru da benden gelsin: Bu görünüp kaybolan da kim? – Hani bir an çakıp kaybolan mı? – Evet bir ömür görünüp kayboluveren de kim? – Yine unuttuk desene…
Yorum BırakNeden olduğu gibi değil? Neden yalana muhtaçtır insan? Neden bu kavramlaştırma, yüceltme, yanılma, vs… Başka canlıların böyle dertleri yok gibi, en azından dışarıdan. Neden algımızı temizlemezsek ağır hatalara sürükleniyoruz; kafatasına hapsedilmiş bir mahkum gibiyiz; yahut sürekli hata veren bir program? Bir gariplik yok mu sizce? Neden olduğu gibi değil hayat ve ölüm yani insan? Adem, “hiç” demek de ondan.
Yorum BırakTam çok güzel bir roman yazıyordum ki hiçbir şey yapmadan oturmak daha güzel geldi yine. Oysa ki insanlık tarihinin en güzel romanını yazacaktım. Belki kalemtraşla sivrilttiğim kurşun kalemimi kulağıma takacak, belki dağlardaki yeşil ormanlara bakan bir terasta yüksek sesle klasik müzik dinleyecektim. Nobel ödülünü kabul ettikten sonra ülkemiz ve insanlık hakkındaki nadide fikirlerimi yarım saati on bin dolardan verdiğim ropörtajlarla tüm dünyayla paylaşacaktım. Olabilirdi. Fakat bunların hepsinden güzeli, öylece uzanmak, tembel tembel oturmak gibi geliyor bana. Saatlerce, günlerce, hayatlar boyu; dağ kadar, çöl kadar koca bir tembel… Ah hiç bir şey yapmadan. Girecek de, gelişecek de sonuçlanacak, peh peh peh……
Yorum BırakAhmet doğdu, altmış yedi sene yaşadı, öldü. Ayakkabılarıyla kıyafetleri fakir fukaraya dağıtıldı. Evdeki eski mobilyalar için ölümünden bir ay kadar sonra bir eskici çağırıldı. Eskici, sair mobilya, tüplü televizyon, buzdolabı ve çamaşır makinesine yüz elli lira değer biçti. Bu işlerle, Ahmet’in iki çocuğundan biri olan Şevket Bülent ilgileniyordu. Yeni Zelanda’daki diğer oğlu Servet Cemal cenazeye yetişmesi mümkün olmadığı için hiç yerinden kıpırdamamış, kardeşine telefon edip birkaç sıradan ölüm kelamı etmeyi yeterli görmüştü. Şevket Bülent mobilyalardan eskicinin almak istemediklerini hamallara ve kamyonetin şoförüne teklif etmiş, bir kısmını da bu şekilde elden çıkarmayı başarmıştı. Annesinin otuz yıl kadar önce çok beğenerek aldığı,…
Yorum BırakDünyanın en güzel dayak yiyen adamıydı Olcay. Dayağı kendi arar, sopa yiyeceği adamı özenle seçerdi. Kışkırtma seviyesini ve üslubunu karşı tarafın meşrebine göre öyle isabetli seçerdi ki, o dayağı muhakkak yerdi. Damara basmak konusunda yıllar içinde nasıl bir ustalık kazandıysa, seçtiği adamın ona temiz bir dayak atmaktan kaçınmasının imkanı yoktu. Bir dayak yediğine kendini bir daha dövdürmezdi. Ağzı yüzü iyileşmeden yeni bir maceraya atılmamak da bir diğer prensibiydi. “Tip kayık olunca güzel dövmüyolar abi” demişti bir seferinde. Dünyanın en güzel dayak yiyen adamı Olcay’ı bugün ilk defa birini döverken gördüm. Adamı dövdü, dövdü, dövdü, dövdü. İşi bittiğinde yere serilmiş takım…
Tek YorumNaim içinde tutamadığı birtakım cümleler nedeniyle işinden atılmış, mesainin sonuna kadar elindeki işleri tamamlayıp iş arkadaşlarına veda ederek şirketten ayrılmıştı. Akşam serininde ağır adımlarla dalgın dalgın yürürken kontrolden çıkmış bir kamyonetin altında kalarak hayata gözlerini yuman muhasebeci Naim’in ölmeden önceki son düşüncesi, hastaneye götürülürse yeni aldığı iphone’a ne olacağıydı.
Yorum Bırak[seninle mutlaka tanışmamız lâzım. telefonunu seçil’den aldım. -imge-] aylar önce seçil’in “kuzenim gibidir” diye bahsettiği, ailecek görüştükleri çocukluk arkadaşı olsa gerek. “bence siz tam birbirinize göresiniz” demişti. “hem çok eğlenceli hem de çok güzel bi’ kız.” profil fotoğrafına bakınca hemen ikna olmuştum zaten. sonra unutmuşum gitmiş. eğlenceli mi değil mi onu buluşunca anlarız. mesajlaşma faslını uzatmadan aradım. tereddütlü başlayan sesi birkaç saniye içinde kendine geldi. böyle pat diye mesaj atmasının çok geçerli bir sebebi olduğunu, buluştuğumuzda detaylı anlatacağını söyledi. iyi peki. kapattık. * ertesi gün onu ortaköy’den aldığımda fotoğrafından çok daha güzel olduğunu fark ettim. ince bel, uzun biçimli bacaklar,…
2 YorumÖnemli işler uzun süre beklenir, sonra bir anda gerçekleşir zira. Müthiş bir süratle olur. Bir anda bitti işte çocukluğumuz. Bir anda bozuldu sihir. Bir köşe başında, bir sözle, bir bakışla. Ne annen tutabildi, ne baban yakaladı. Bir nefes çocuktuk, ikincisinde değil. Bir uzun düşüş sonra. Bir anda bitti çocukluğumuz, bir anda. Bir an çocuktuk, sonra?
Yorum BırakSevgili Mahir, İki metreye üç metrelik bir oda burası. Altı metrekare yani. Ufak adımlar atarsan, kenarları gezerken yirmi adım atabilirsin teorik olarak. Ama bir köşesinde alaturka helası var. Oraya basmamak için bir adımı büyük atacaksın. Öyle olunca on dokuz adım ediyor. Helanın sifonu yok Mahirciğim. Her gün bir kova su veriyorlar. Taharet de bu kovaya dahil, el yüz yıkama da. Günde iki kere sıçma ihtimaline karşı kovanın yalnızca yarısını kullanıyorum hep. İşedikten sonraysa su kullanmıyorum. O yüzden genelde sidik kokuyor oda. Sıçtıktan sonra sidik kokusu hafifliyor mu, yoksa o adını şimdi telafuz etmek istemediğim koku sidiği bastırıyor mu bilemiyorum. Odamda…
Yorum BırakDünya küçük Necmicim. Dünya çok küçük. Bak bir martı havalanıyor ya şu çatıdan, belki gidip onun bacasına konuyor, içeriden duyuluyor sesi… Yau şu şeyin şarkısı yok mu, hani para elden ele dolaşıyor da onun eline de geçmiştir belki filan. İşte bunları diyesi geliyor Necmicim insanın. Ölüm kötü be Necmicim. Ölümle ihtimaller ölüyor. Şimdi ben ağlamaklıyım ya Necmicim, böyle gözlerim dolu dolu, kusura bakma senin de canını sıktım, ama yani, ölmeseymişsin sen de.
Yorum Bırak