Üniversite yıllarımda aşırı sigara içmekten çatlamış sesiyle evrenin esas yasası olarak diyalektikten bahseden marksist abilerimi hatırlıyorum. Tez, antitez, sentez. Bu kafiyeli ses sırasının evrenin işleyiş düzeneği olduğunu anlatırlardı, ağacın yaprağı yok, ağacın yaprağı var, ağacın meyvesi var gibi ossur ossur ipe diz örnekler verirlerdi. Çoğu dürüst ve iyi insanlardı, anlattıkları fikirlerle belki grev yapılabilirdi, siyasi parti kurulabilirdi, hatta devrim yapılıp devlet dahi kurulabilirdi ama diyalektik materyalizmin tarih ve evreni anlamada adeta kabız bir fikir oluşunu bir türlü yüzlerine söyleyemezdik, çünkü çok alınırlardı. Tanrı yerine Darwin raslantıyı önerirken , Marx diyalektiği önerdi. Aydınlanmanın idealize ettiği insan kavramından evrim teorisi tam bir kopuşu ifade ederken, Marksizm humanist olmasa da Darwin kadar insan-özneye saldırmamıştır. Marx tanrı-özneyi yıkmakla daha meşgul görünür. Yabancılaşma kavramı içinde Tanrı-özneyi eritmekle meşguldür. Tez ve antitez kavramlarının gözlemci bağımlı olması nedeniyle evrende hiç bir nesnel karşılığı olamıyacağı gerçeği basitçe ortadır. Marksizmin felsefik kabızlığı burdadır, ezilenlerin evrensel hakikatlere ihtiyacı olmadığı ne kadar doğruysa, doğu avrupalı aydınların bu düşünsel kabızlığın içinde depresyondan depresyona atladığı da gerçektir. Yani Darwin dinsel taassup korkusuyla özneye savaş açarken Marx açlık ve zulüm korkusuyla özneye savaş açmıştır. Yine Nietzche’nin dikkat çektiği noktaya döneriz o zaman, peki Tanrı’yı öldürdük, şimdi ne yapıcaz? Hadi marksist arkadaşları iyice sinirlendirelim, diyalektiğin ve emeğin asıl özne olarak tasavvuru, yin-yan kolyesi yaptırıp boynuna takmaktan pek de farklı değildir. Bu sorgulanması tabu olan sığlık sovyet toplumunu kurutur, Rusları dahi roman yazamaz hale düşürür.Oysa çok değil 50 yıl önce yazar, müzisyen, filozof fışkıran bir toplumdular.
1800’lerin sonunda özne tartışmasının tam göbeğine psikoloji/psikiyatri gelip oturur. Halen de tahtını kimseye kaptırmamıştır. Üstelik Nietzche gibi açık bir dil kullanır Freud, der ki insan davranışlarını kontrol ettiğini sanır ama edemez, düşüncelerini, duyularını, dürtülerini de kontrol ettiğini sanabilir ama kesinlikle edemez, beyler saçmalamayın, insan dediğiniz nevrotik varlıktan bir özne falan olmaz! Aydınlanmanın temel iddiası Freud’la tedavülden kalkar böylece. Freud’un çalışmasında bir özneden bahsedeceksek bu ancak kaos olabilir. Freud da Tanrı-öznenin yerine başka bir özne koymak istemiş ve kaostan doğan düzen denebilecek bir özne önermiştir. Kaosun nasıl düzene evrildiği, ontolojik yapısı hakkında hiç bir fikrimiz yoktur, neden kaotik ve vahşi bir doğaya bırakıldığımız hakkında hiç bir fikrimiz yoktur, neden olmasın diyebiliriz en çok, Freud bilgisizliğimizden duyduğumuz ızdıraba dayanmamızı ister, sanki sonsuz denebilecek bir tasvir çabası sonuçta bir tüme varacak gibidir, bazı teoriler de ortaya atılır, bir kısmı işe de yarar ama bir türlü tüme varılamaz. Karmaşık ve yorucu süreçler sonucunda elde kalır yılgınlık. Bilinç ve bilinç dışının yapısıyla ilgili, rüyalarla ilgili elle tutulur hiç bir veriye ulaşılamadığı temel gerçek olarak kalır. Bazı ekoller bu nedenle insanın bilinç dışıyla ya hiç ilgilenmez veya doğrudan reddeder. Sonuçta insanın çalışan-üreten özne olarak tanımlandığı psikiyatriler, tüketen özne insan için psikiyatriler, Tanrı’nın tekrar özne olarak sahneye döndüğü psikiyatriler gibi mikro psikiyatriler ortaya çıkmıştır.
"Aydınlanma Sonrası Öznenin Kaybı" tefrikasının tüm parçaları:
- AYDINLANMA SONRASI ÖZNENİN KAYBI-1
- AYDINLANMA SONRASI ÖZNENİN KAYBI-2
- AYDINLANMA SONRASI ÖZNENİN KAYBI-3
- AYDINLANMA SONRASI ÖZNENİN KAYBI-4
- AYDINLANMA SONRASI ÖZNENİN KAYBI-5
Yorumlar