Zehra’nın hikayesinin bittiğidir. Buz gibi bir hava, keskin bıçak gibi bir ayaz. Soğuk, gözlerimi yaşartıyor, ellerimi kesiyor. Funda ablanın yanından ayrıldığım o öğleden sonrasının üzerinden üç kış geçmiş. Rüzgarın dalgalarında ince bir kar tozuyor… Bir sokağın köşesine sığındım. O günün akşamında kitabı masaya nasıl bıraktıysam uzun süre öylece kaldı. Bitiremedim. Sonbaharın gri yağmurları başladığında, dosyalardaki hikayeler kendi hikayemi ele geçirince, şehirdeki hayattan uzaklaştım. Evde, kitapları elden geçirip bir kısmını okumaya, bir kısmını sahaflara ayırdım. Haftasonları Tophane mahallesinde Funda ablanın evinin iki sokak altındaki yamaca kurulu bir butik otelin verandasında kitap okumayı adet edindim. Turistler şehirden bir bir ayrılırken otelin verandası…
Yorum BırakYazar: Tahsin T.
En Nihayetinde Her Şey Bir Hikaye Oluyor Akşamüstü balıkçı barınağına indim. İskelede teknelerin önünden mendireğin ucuna yürüdüm. Denizi izleyerek biraz oyalandıktan sonra diğerlerine göre yaşlı sayılabilecek, belki ellili yaşlarının ortalarında, saçlarının kalanı beyazlamış, tütün sarısı bıyıkları olan, güneş yanığından yüzü kararmış birinin yanına gittim. Selam verip tekne gezintisi yapıp yapmadığını sordum. Barınağın diğer tarafındaki bir saatlik turlar düzenleyen tekneleri gösterip onlara gitmemi söyledi. “Senle çıkalım balık tuttuğun yerlere götür, biraz laflarız” dedim. Arkamdan parlayan güneşe ellerini siper ederek kısık gözlerle beni süzdü. Şaşıracağını, belki de kabul etmeyeceğini, balıkçıların şarabı mı yoksa rakıyı mı daha çok sevdiğini düşündüm. Güneşe siper ettiği…
Yorum BırakMasa duldada, bir basamak yukarıda. Deli rüzgar dört merdivenden dört farklı adla esiyor. Çay, bardakta üşüyor, elimde ılıyor. Çay başka bir yerde, belki bir kahvehane masasında koyulaşıyor, bir garsonun elinde tütüyor. Cam kırıkları kelimelerde. Can kırıkları şarkılarda. Çan kırıkları Notre Dame’ın Kamburunda… – Kalkacak mısınız? Huzursuz. Huzursuz rüzgarın savrukluğu. Huzursuz, bir kulağında kulaklık diğerinde benim cevabım. Huzursuz, elinde sigara beyazlığı. Huzursuz, dilinde kelime tadı. – Belki bir öykü daha.. Parlak mavi, sigara paketinde. Parlak mavi, bakmadığı denizde. Parlak mavi kedi gözünde. – Hep o masada otururum. Kuytudur ya… Ölüm kuytusu. Mezarlıklar mahalle kuytusunda. Ölen düşler uykunun kuytusunda. Ölü ağaç masanın…
Yorum Bırak17’nci Gün Öğleye doğru arkadaşımın odasına gittim. Çay söyledi. “Neler yapıyorsun” dedi. Basit bir soruydu belki, belki de son bir iki hafta içinde olanlarla ilgili sormuştu. “Hiç işte” demek istedim. Tereddüt ettim. “Sorduğum hiç bir soruya doğru düzgün cevap vermiyorsun” demişti. “Dün Funda diye bir kadınla tanıştım, biraz sohbet ettik” dedim. Önündeki dosyadan başını kaldırıp “Funda da kim?” diye sordu. Sesinde ne ilgili ne ilgisiz bir anlam vardı. Biraz yüzüme baktıktan önündeki dosyayı kenara alıp dosya yığınından başka birini çekti. Duymamış gibi yapabildirdim, ayrıntısı ile anlatabilirdim. İki hafta önce kurduğu cümlelerin izi kalmamıştı sözlerinde. Toprak yolda arabanın arkasındaki tozun bir…
Yorum BırakİTİRAZ / ARA SES – 3/2 İşi yokmuş gibi burnunu kitapların eski okuyucularının hayatlarına sokmaya çalışan okuyucu! Seni ciddiye almaz, açıklama da yapmazdım belki. Daha önce de söyledim yazıyı kimin yazdığının bir öneminin olmadığını. Ama büyük bir yanlış yapıyorsun. Kitap sayfalarında beni ararken, karşına çıkmasını umduğun kişi bana benzemiyor. Sen lacivert forma, beyaz gömlek, beyaz çorap ve siyah ayakkabı giymiş, boynuna lacivert kurdela takmış, saçları muntazam taranmış, henüz makyaj yapmamış/yapamamış, tırnakları her hafta düzenli kesilen lise ikinci sınıf öğrencisi bir kız sandın beni. Bir üst sınıftan oğlanın birine aşık, teneffüslerde bir ağaç altında veya okulun koridorunda cam kenarında kız arkadaşları…
Yorum Bırak11’inci Gün Salonda her şey her yerdeydi. Gece boyunca kitaplıktaki eski kitaplarla, notlar, ajandalar, günlükler, siyah defterler, fotoğraf albümleri… ne varsa salona getirip karıştırmıştım. Bir şey aramadım. En son diğer kasabadan buraya taşınmak için eşyaları kolilerken bu hale getirmiştim salonu. Bu kez yüklerimden sıyrılmak, biraz da geri de neler kaldığını görmek için öylesine bakmıştım. Her kasaba bir istasyon gibi olmalıydı kanımca. Geri dönmeyeceksem tüm izler silinmeliydi. Fotoğraflar silinmeli, yırtılmalı, not defterlerindeki yazılar bir birine karışmalı, okunmamalı, eşyalar daha taşınırken çöpe atılmalıydı. Ya insanlar. Onlar zaten unuturlardı nasıl olsa. Salonu o halde bırakıp ikindi üzeri evden çıktım. Havanın son bir kaç…
Yorum Bırak10’uncu Gün Kafe, bir saat önce yağan yağmurun bıraktığı serinlik ile “mesai”nin insaf ettiği imkan kadar doluydu. Evde anlamsız bir rutini tekrar etmektense onun dışarıda bir şeyler içeriz teklifini kabul etmiştim. Tanımadığım insalarla aynı garsonun getirdiği aynı içeçeklerden içmek ortak bir hayata temas etmek olur muydu, bilmiyordum. O “caffe latte”, ben ise çay söylemiştim. Biraz kitaplardan, biraz arkadaşından konuştuk. Ödünç kitaplar, ansiklopediler, dönem ödevleri ve kitapların altı çizili cümlelerinden anlattım biraz. Ve biraz da kütüphaneleri. Beni dinlerken iki gün önceki konuşmamızla ilgili neler düşündüğünü merak ettim. İlgisizdi. Arkadaşından gelen mesajlar daha çekiciydi. İki gün önce sorduğu soruların, nedenini bilemeyecek kadar…
Yorum Bırak1’inci Gün Kitap raflarının arasında sessizce gezinirken, Akdağmadeni İlçe Halk Kütüphanesini hatırladım. Buradaki kütüphanenin de oradan pek bir farkı yoktu. Kütüphaneden çok öğrencilerin müşterek çalışma odası gibiydi ve sefildi. Ancak Akdağmadeni’ne nazaran eski karton kapaklı, sarı saman kağıtlı kitapların çok az olduğunu fark ettim. Kütüphanede yenileri geldikçe eskileri kayboluyordu. Gezerken raflar arasında hemen fark edilen eski bir kitap gördüm. Hayli yıpranmıştı. Kitabın sırtı yukarıdan aşağıya doğru iki yandan sökülmüştü. İki kapağını alt taraftaki, bir kaç yıl önce şeffaf bir bant ile yapıştırılmış kimlik kartı bir arada tutuyordu. Kitabın sırtı siyah ciltle kaplanmıştı. Kapaklar ise alacalı renkleri olan solmuş kartondandı. Sayfalar…
Yorum BırakKapıyı iki üç kez çaldıktan sonra içeriden sesler gelmeye başladı. Biraz sonra Arif kaptan kapıyı, kim o diye sormadan açtı. Uyku sersemliği ile yüzüme anlamsız baktı. Bir şey demesini beklemeden “kaptan yardımın lazım” dedim. Bir şey daha dememi beklemedi. Salona geçtik. Karşılıklı oturduktan sonra “ne oldu” diye sordu. “Birini öldürdüm” dedim. “Hımm… Ne yapacağız peki? “dedi. “Falezlerden denize atmayı düşünüyorum. Daha doğrusu falezlere getireyim, tekne ile ‘ben’i al, denize atalım” dedim. Saate baktı; “iki saat içinde halletmemiz lazım, hava aydınlanmadan.” “Olur” dedim. “Olur.” Eve geçtim. Komşuları uyandırmadan cesedi sürükleyip arabanın arka koltuğuna oturttum. Yaklaşık yirmi dakika sonra falezlerin tepesine geldim. Cesedi…
Yorum BırakBir kutu bulmalıyım diye düşündüm gün boyu. Sadece tek bir kutu. Aklımdan hiç çıkmadı. Dolaptaki kitaplar, masadaki kalemler ve takvim. Hepsini o kutuya sığdıracaktım. Önce kitapları koysam, kalemlik ve takvim sığmıyordu, kalemliği en alta koysam bu sefer kitaplar kutu içinde düzgün durmayacak, üzerine bir şey gelince kenarından köşesinden kırılacaktı kapakları. Biraz düşünüp vazgeçiyordum. Aklımdaki kutunun ebatlarının ne olduğunu bulmaya çalıştım. Kenar uzunluklarını ve derinliğini hesapladım, bir sonuca varamadım. Eray uğradı. Oturduk. O kahve içti, ben çay. Bana, akşam gelecek misafirinden bahsetti bir ara. Öyle sanıyorum çünkü, o konuşurken diğer ilçenin adının geçtiğini duydum. O ilçede bir arkadaşı olduğunu biliyordum. Birkaç…
Yorum BırakBir adam bir kadına söylüyordu: Telefonla konuşuyoruz, mesaj yazıyoruz, yan yanayız… Bölünsem üç ediyorum da toplasan bir etmiyorum…
Yorum BırakMaçın 72. dakikasında girdim, çay ocağının şeffaf tente ile çevrilmiş dört beş masalı dükkan önü bahçesine. Biraz yağmur yağmış, yerler ıslanmış, hava serinden soğuda dönmüştü. Girdiğimde; iki garson duvarın köşesine yukardan asılmış televizyonun dibinde bir yandan maçı izliyor, bir yandan göz ucuyla masalara bakıyordu. Girişte soldaki amca mavi tükenmez kalemle iddia kuponu dolduruyordu. Yanımdaki masada karşılıklı oturan erkek ve kadının baba kız olduğunu tahmin ettim. Maç 1-1 devam ediyor hiç heyecan vermiyordu. Bir çay söyleyip sigaramı yaktım. Kupon dolduran amca, gazete sayfasına dalmış, yarım kalan çayını soğutmuştu. karşısındaki sandalyede yaldızlı pembe bir poşet vardı. Poşette neler olduğu belli değildi. Evden…
Tek Yorum… Her şeyin bir sırası vardı. Anahtarın kapının kilidine sokulmasından itibaren son ışığın söndürüldüğü ana kadar. Zamanların nasıl böyle olduğunu fark ettikten sonra, böyle zamanlarda sırayı bozma oyunu oynamak gerekir. Çaydan birkaç yudum aldıktan sonra kalkıp çayın altını kapattım. Sigara paketinde geceye yetmeyecek kadar sigara kalmıştı. Bazen nefes yerine duman almak gerekir-aslında duman için çekmek, nefes için almak fiilleri kullanılır, nefes duman ile ikame edildiğinde hangisi kullanılır– diye düşündüm. Sigaraları saydım, masa başında otururken. Cemal Süreya’nın elindeki sigara geldi aklıma. MEB ifrit oluyordur sanırım. Anlatmak istemediğimde, anlattıklarımla, her şeyi daha anlamsız kılmayı biliyor olmama sevinmiştim. Masa başında neye sevinebilirim ki.…
Yorum BırakEllerini bırakmak istemedim, daha fazla tutmayı ise bilmiyordum. Bıraktı ellerimi, yüzünü denize döndü, denizin sessizliğine büründü. “Aynıyım ben. Aşka, hayata dair bir cevap varsa ve cevap her gün yenilenmezse cevap olmuyormuş. Aynı olamadığım yer burası sanırım. ” Dönüp bana baktı. Sorusunu bakışlarıyla sordu, çoğu zaman yaptığı gibi. “Savrulmak gibi. Bir şey olmayınca, her şeyi hiç bir şeye dönüştürmek belki. Şehrin iki yakası bu yüzden yok benim için.” “Yaptım dediğin şey kolay sanıyorsun. Senin ki sadece yaptığını sanmak.” “Ben nasıl tanımlandığı ile ilgilenmiyorum. Beni sadece sen hayata düşürebildin, sonrası.. Sonra ben seni çaldım ‘yaşamaktan’. Kolay değilmiş sahiplenmek.” “Sonra, yazmak, izlemek, düşlemek…
Yorum BırakAylar önceydi. Vapur iskelesinin yanında denizle karayı ayıran duvarın üzerine bir arkadaşım için aldığın kitapları bırakmış sigara içiyordum. Kalabalığın arasında siyah sırt çantası, elinde iple bağlanmış mukavva bir kağıda sarılı eski postaları hatırlatan bir kutu, yüzünde o kalabalıktaki hiç kimsenin yüzünde olmayan, güne, güneşe, denize iyi ki varım dedirten bir ifade, bir telaşla önümden geçti. Öylece kaldım ben. Arkasından bakarken vapura binip kayboldu. Hemen kitapları alıp peşinden koştum. Vapura ben de binecektim ki, biletim olmadığından turnikeden geçemedim. Bilet gişesine vardığımda önümde üç dört kişi vardı. En öndeki adam, bozuk para yüzünden biletçi ile tartışmaya girmiş oyalanırken bir yandan onları, bir…
Yorum Bırak