Eve girince evrak çantasını hole fırlatıp şapkasını, pardösüsünü portmantoya astı. Alelâcele soyunup duşunu aldı. İki lokma bir şeyler atıştırdı, atıştırmadı. Kahvesini demleyip yazı masasının başına oturdu. Önünde beyaz müsveddeler, elinde kurşunkalem düşündü. Sonra biteviye yazdı… Yazdı… Yazdı… Yorulunca raftan rastgele bir kitap seçip berjerine geçti. Rastgele seçtiği kitabın, berjerine geçtiğinde, açtığı rastgele sayfasından okudu: “Eve girince çantasını hole fırlatıp şapkasını, pardösüsünü portmantoya asar asmaz soyunup duşa girdi. Canı bir şey yemek istemediğinden kahve demleyip çalışma masasına oturdu. Önünde beyaz sayfalar, elinde kurşunkalem düşündü durdu.”
Yorum BırakYazar: Ömür F.
Ekimdi, kasımdı, yağmur vardı… Anlat…dedim, “Dayak” ‘Ooo hangi birini’ der gibi elini salladı. -Yediklerini hatırlamazsın oğlum attığını anlat. Rakıdan esaslı bir yudum çekti, peynirden bir top aldı, yüzünü ekşitti. -4000’lerden biriydi. Hazırlık sınıfının yokuşunda girişmiştik Babiyle. -Birinci sınıf bebesinden ne istediniz lan? -Deli dövmüş bunu çarşıda bir sebepten. Bu da küfr etmiş analı avradlı. Hem de hazırlıkların yanında. Racon icabı bizimki Kuzu Tepe’ye çağırmış bunu teke tek için. Gelmeyince biz de koğuştan alıp dövdük işte. -… -Sen? -5000 ‘lerden biriydi. Elleri cepte selam vermeden geçince Havuzbaşı’nda vurmuştum. -Oğlum bandodaki çocuğun omzunu kim kırdı o zaman kampta? -Ben değildim o. Makif…
Yorum BırakMundus vult decipi … (Dünya aldatılmak istiyor…) …ergo decipiatur! (…o zaman aldatılsın! )
Yorum BırakEve girince evrak çantasını hole fırlatıp şapkasını, pardösüsünü portmantoya astı. Alelâcele soyunup duşunu aldı. İki lokma bir şeyler atıştırdı, atıştırmadı. Kahvesini demleyip yazı masasının başına oturdu. Önünde beyaz müsveddeler, elinde kurşunkalem düşündü… Düşündü durdu. Hiç bir şey yazmadı. Sonra o beyaz kağıtları alıp berjerine geçti. Yazmadıklarını saatlerce okudu… Okudu… Okudu… Okudu… Durdu.
Yorum BırakSabahtan beri çamaşır makinasının kazanını çıkartmakla uğraştı. Söküp alınca da diklemesine üç ayak üstüne oturttu. İçine bahçeden topladığım çalı çırpı, kozalağı attım. Tutuşturduk. “Köz olunca patates de atarız, ben etlere girişiyorum, sen salatayı hallediver” dedi Tekeli. O’nun köyünde, dededen kalma bir bağ evindeydik. Ekimdi, kasımdı, yağmur vardı. Ayaklı çamaşır sobamız usul usul tütüyordu. Soğanları piyaz ettim, tuzla yoğurdum, dinlenmeye çektim. Biberleri , salatalıkları halka kestim. Teke etleri zeytinyağlı, pullu, yoğurda daldırdı. Streçledi. Attık dolaba. Kadehleri doldurdu, sobayı besledi. Sehpanın ortasına bir kelle keçi peyniri bıraktı. Yayıldı koltuğa. Sigara yaktı. -Anlat… dedi. “Firar…” -Hangisini? İlk firarı mı? -Yok en uzun olanı.…
Yorum Bırak-Yol boş. Hızını da gittikçe arttırıyorsun. Ama eve varacağımız süre uzuyor. Neden? -Az sonra radara yakalanacağız çünkü.
Yorum Bırak… Aldım kitabı, soktum cebime, çıktım evden. Kahrolsun bibiler! … Yolda Deli Adnan’a rastladım. “Lan Adnan delisi çıktın mı hastaneden? Mandalinayı hala kabuğuyla mı yiyorsun gerizekalı? diye takıldım. Ebele gübele bir şeyler geveleyip abartılı el kol hareketleriyle tükürüklerini saça saça güldü. “Gerizekalısın olum sen” deyince tekrar, bu sefer ciddileşti. Durdu, daldı, düşündü. Genzinin tüm gürültüsüyle topladığı tükürüğün okkalısını alnımın ortasına konduruverdi. Ben daha ne olduğunu anlamadan, bibisini çıkartıp karşımda kalçalarını sallamaya başladı. Tükürüğü yediğimiz gibi Allah’ın delisinin bibisiyle muhatap oluyorduk bir de sabah sabah. Kahrolsun bibiler! Siktir git lan! Deyip yerden taş alıp kovalamaya kalktım. Bu sefer o sinirlendi. Bibisi…
Yorum Bırak“Aradığınız kişi de şu an sizi aramaktadır. Lütfen daha sonra tekrar deneyiniz” dedi telefondaki o ses. Halbuki daha ahizeyi bile elime almamıştım.
Yorum BırakSaklanması memnu ama anlatılması caiz olmayan hikayenin gâibinin anlattığıdır: ” İğde mi? Bebeklerin giysilerinin sol omuzuna iliştirilir küçük bir tanesi. Gelinliklere, damatların ceket cebinin içine… Daha büyük olanlar ev girişlerine, üzerlik boncuklarının kemerine, buzağıların alınlarına takılır. Kim neye “zarar gelmesin” isterse onu iğde dalıyla işaretler. İğde dalına yalnızca nazar boncuğu diyemeyiz, değildir çünkü. Dedem, soğukta sırtına bir şey akıl edemeyene “fikir” derdi onun için. Baharda çiçekleri çok güzel kokar, meyveleri kurudur yutmak zor olur ama kış günlerinde çayın yanına yakışır. Kocaman bir çadıra benzer. Dikenli olduğundan olacak, kötülüklerden koruduğuna inanılır. Evin,…
Yorum BırakYazar yazar yazar, , konuşur konuşur konuşur, eller biçimsiz bir hal alana, parmaklarda nasırlar çıkana kadar anlatır da anlatır. Dolmakalem bunu bile bilir: Zordur. Ne kadar yazarsan yaz anlamayacaksın bile. Hatta; Anlattığın –anladığın da olmayabilir. Anlattığın-anladığın bile olmayacak bazen. Anlattığın-anlamayacak. Anlattığın-olmayacak. Anlamayacaksın bile. Yazamayacaksın bile. Ne kadar tutarsan tut, kalem…bilebilir: Olmayacaksın bazen. …çalıyordu yazdığım anlattığım değilken.
Yorum Bırak“Eylemez aslâ çü âb-ı telh ü şîrin imtizac Birbiriyle olsa da zühhâd u rindan âşinâ” (Fıtnat Hanım) (Sofularla rindler birbiriyle tanışık olsalar da, acı ve tatlı su birbirine karışmaz.)
Yorum BırakSokağa yazılmış çocuklardan beş tanesi kendi aralarında körebe oynamaya karar verdi. Sayıldı, söylendi Kadir ebe seçildi. Gözlerini bağladılar, kendi etrafında üç tur döndürdüler. Kıkırdayıp kıkırdayıp Kadir’i çekiştirdiler. Kadir dönendi durdu. Beyhude ellerini boşluğa salladı, kimseyi tutamadı. Bir süre sonra; Çocuklardan birinin annesi yemeğe çağırdı. Oyunu unuttu… Gitti. Diğerinin babası işten gelirken çocuk onu sokak başında gördü, koştu, sarıldı. Oyunu unuttu gitti. Ötekinin küçük kardeşi bisikletten düştü, ağlamaya başladı. Sesini duydu. Oyunu unuttu, gitti. Beriki pamuk şekercinin sesini duyar duymaz oyunu unuttu peşine takıldı adamın. Gitti. Kadir’in gözleri bağlı kaldı. Kadir gözleri bağlı… Kaldı. Kendi etrafında döndü. Döndü.…
Yorum BırakOtobüsün aniden durmasıyla başımı dayadığım soğuk cam alnıma çarpıp uyandırıyor. Gözlerimi aralayıp bakınıyorum etrafa. Nereden nereye gidiyorum, niye şimdi bu otobüsteyim bilmiyorum. Otogar bile değil durduğumuz yer. Dağın başı, yolun ortası. Burnuma taze çiçek kokusu geliyor. Gözlerimi tekrar kapatmak istiyorum. Koltuk arkadaşım yaşlı amca dürterek uyandırıyor beni: “Bana bir hikaye anlatsana?” Anlatayım; Okulu bu şehirde okumama rağmen sevemedim bir türlü. Eski bir manifaturacı titizliğiyle her şey raflarına özenle yerleştirilmiş, öylesine tekdüze, öylesine sıkıcı. Caddeleri, sokakları, otelleri, mekanları, kurumları, sokakları, barları, orospuları… Hepsi birbirine benziyor. Bu şehirde tüm oyunlar birbirine benziyor. Aynı şehirde yaşayanların hepsi zaman geçtikçe birbirine benziyor. Bir masada…
Yorum BırakAdam doğuştan kör, kadın ise sağır ve dilsizdi. Çocukları ise hem görüyor, hem duyup konuşabiliyor. Elleriyle görmeyi, gözleriyle konuşmayı da öğrenecekler ileride.
Yorum BırakEski Köprü’nün çıkışındaki büfeden aldığım gazeteye ayaküstü göz gezdiriyorum. “Dün akşam 21:00 sularında , Vaclav Meydanı girişinde, kimliği henüz tespit edilemeyen bir şahıs, plakası bilinmeyen siyah bir arabadan açılan ateş sonucu öldürüldü. Görgü tanıkları araçtan dört kez ateş edildiğini teyid etti” yazıyor erken baskı yarınki gazetede. Katlayıp cebime koyuyorum. Akşam yemeği randevusu için hızlı adımlarla Ferdinanta restoranına yetişmeye çalışırken Vaclav girişinde plakasını alamadığım siyah renkli bir araç hızlıca caddeyi kat edip önümde duraksıyor. Koyu filmle kaplı camdan gümüş GLOCK’un biçimli dikdörtgen namlusunu görüyorum. Üçe kadar sayabiliyorum yalnızca.
Yorum Bırak