Arabayı Angelica kullandı. Gece boyu Wittgenstein’ın el yazması günlükleri ile uğraştığımdan yola odaklanacak halim yoktu. Valizimi de o hazırlamış, Bem ön-sol cebinde gece mavisi mürekkebi akarak beyaz gömleği boydan boya lekelemiş dolmakalemle uyandığımda Marmaris virajlarını geçmiş, Datça yoluna girmeden az evvelki petrol istasyonunda uyanmıştım. “Kahve molası” diyerek dürttü beni Angelica. O benzinlikte kahveyi hazırlatırken karşıdaki tepeyi ve onu çevreleyen badem çalılarını izliyordum. Hava sıcaktı ama nem yoktu. Kot pantolonum oturup uyumaktan bacaklarıma yapışmış it gibi soluyordum. Angelica kahveyi ve mozarellalı sandviçi elime tutuşturdu. Ö. İle ilgili yaşadığım karmaşaya saygısından konuşmuyor, bütün gece hırsımdan çalıştığımı biliyordu. Sandviçi yiyip kahveyi diplediğimde arabanın…
Yorum BırakYazar: Ömür F.
Yola çıkacağımız bu sabah Ö. telgraf çekmiş: “ L’ye gitme benden bir şey bulamayacaksın” diye. Angelika ile oturup uzun uzun düşündük. Bir şekilde ikizim onu araştırmak için L. ‘ye gideceğimden haberdarsa (bilmiş ya da öngörmüşse) zaten ona ulaşılabilecek ipuçlarını da yok etmiştir. Ki bu şekilde rahat ulaşılabiliyorsa bana yine bulacaktır. En azından Brüksel’den önce bir kez daha.Angelika yatağa yattı. Çıplaktı. Benim ona baktığımın farkında usulca gözlerini kapattı. Balkona çıkıp bir sigara yaktım. Ben yeterince çırılçıplaktım. https://youtu.be/xr4h5toTV9s …çalıyordu ben yeterince çıplak, balkonda, kıçımı şehre verip derin derin nefeslenirken. Nereden çıktı, ne istiyor? Soluk alıp veremezken..
Yorum Bırak“Remember that night” Doğuda çalıştığı şehri/okulu bulup aradım. Bayram öncesinden beri beş gündür işe gitmiyormuş ikiz çocuk. İlçe eğitiminden sorumlu zeyrek kuşu sinirlerimi bozunca tanıdığım oymak beyi beni kaymakam beyine yönlendirdi. Vali fırçası işe yaramış olacak ki kaymak beyi çok nazikti; “Biz de endişeleniyoruz, çok değerlli hocalarımızdandı…” bla bla .. sanki köy köy tüm öğretmenlerini tanıyormuş gibi…Yarın Angelica ile yola çıkacağız Datça yerine köy’e doğru… Angelica hatırlattı: “elimizdeki araç işe yaramaz di mi oralarda?” Akşamüstü Yalıkavak’a inip beş günlüğüne jeep kiralamak istedim. Şirket doğuya gideceğimi öğrenince sözleşmeyi üç günle sınırlamak istedi. Gerizekalıya zaten gidişimin 18 saat süreceğini anlatmaktan yorulurken eski…
Yorum Bırak“- Kim çalar en Mozart’ın ıslığını?”(İ.Y. / a.g.e.) Bugün ikizim aradı. Altı senenin ardından beş dakika. Ağustos sonu. Brüksel’de. Doğu’da bir yerde öğretmen diye biliyordum. Neden tuğla ile dolu bir şehir?
Yorum Bırak“Siz beni bulun, ben ararsam herkes anlar” G.B.Yalıkavak / Bodrum’da;Anne evi. Komşunun sevişmeyi özlemiş şuh ve isterik kahkası. Johnnie Walker Blue Label. Özel seri. “Sen ne yazıyorsun bakiim dolmakalemle bıt bıt?”Kızılburun mevkiinde denize daldığımda, dipten yüzeye doğru yükselen ‘dağ’ formatında kayalığı unutamam. Çevresini paletlerle dolaşmam 10 dakika sürdü ve sanırım kovuktan bana sırıtan müren balığıydı. Çokça çokça karagöz. Ve triangle’lar. Deniz kestanesi toplardım elimle eskiden. Şimdi denizaltı tırsaklığı, elimde morakniv bir bıçak. Et kalınlığı 2,5 mm. 10 günlerdir yollardayım. Cunda’da, Bay Nihat’da , fener balığı kavurması. ‘Ayna’ da tatlı kabaklı peynir tatlısı. Beyaz şarap. Chardony… Parmesanlı kum midyesi. İtalya’da bile…
Yorum Bırak“Kızgın güneş, gölgesiz asfalt yol, ziftin eriyişi, uçsuzlukta sinek pisliklerini andıran tek tük tozlanmış ağaççıklar, saydam nesnelerde yansıyan her ışık kaynağa, serinletmeye koşturuyor kişiyi, çok geçmeden el kadar bir cam parçası durduruyor. Alabildiğine yansıyor güneş. Bunca ev yapmanın, her birine de onca cam takmanın sonu bu işte. Bütün camlar perdesiz, boş, bacalarda bir tutam duman bile yok. Gök bulutsuz. Alabildiğine bulutsuz, düz, sonsuz, boş.Uzun süredir taşın altında sakladığım bıçağı çıkardım. Durdurmadan göğsüme daldırdım. Sessizliği bozmak için. Yalnız bunun için.”(Adnan Özyalçıner- Sur) (Not: bu “1” i-dir)
Yorum BırakAmaaannn !
Yorum BırakDüşler: Yoksul mu? Yok mu? Var mı? Varılır mı? Varsıl mı? Var mısın? Var’ım mısın? Var mıyım? Var mı?
Yorum BırakYoksul mu? Yoksun mu? Yok’sun mu? Yok mu?
Yorum BırakEski Yeni Sahne’nin oradan Sakarya Caddesi’ne girdiğimde biri gri, öteki mavi tişörtlü iki kişi midyeci çocuğu dövüyordu. Aslında dövmekten ziyade yere yatırmış kaldırıma teğelliyorlardı. Adamlar yetişkin iki kişi, midyeci de tek ve 16 yaşında olunca adil gelmediği için daldım kavgaya. Gri tişörtlü yumruğun nereden geldiğini anlamayınca sendeledi. Mavi tişörtlü de şaşırıp durunca aralarından sıyrılıp midyeciyi yerden kaldırdım. Sırt sırta verdik. Gri tişörtlü bana, mavi tişörtlü çocuğa saldırdı. Mis gibi kavgaya tutuştuk ikişerli. Epey iyi gidiyorduk. Fakat grilinin solo yumruk çıkarttığını göremedim. Yumruğu çeneme yiyip olduğum yerde dönerken midyeci ile yüz yüze geldik. Hazır yüz yüzeyken de “kardeş neden dövüyorlardı seni?”…
Yorum BırakHer sabah olduğu gibi saat 07:40’da alarm çalmadan uyandı. Mutfağa geçip kahve makinasının tuşuna bastı. Kahve hazır olana kadar yüzünü yıkadı. Günün ilk kahvesiyle iki dal sigara içti. Balkonda. 08:20’de eşini uyandırdı. Günün ikinci kahvesiyle tek dal sigara daha içti. Mutfakta. 08:35’de duşa girdi, traş oldu, dişlerini fırçaladı. Kurulanana kadar bir sigara daha içti. Salonda. Bej rengi bir pantolon, açık mavi bir gömlek giydi. Gömleğinin kollarını sıvadı. Üç kez. Bilgisayarını, kitaplarını, defterlerini topladı çantasına. Gözlük camlarını sildi. Bir kahve, bir sigara daha. Berjerde. Kahvaltı etmediler. Eşi de bu arada hazırlandı. Giyindi, saçlarını taradı, makyajını yaptı, parfümünü sıktı. Çıktılar. 09:05’de daireye…
Tek YorumNe büyük yanılgı
Yorum BırakKazanda bir meşe odunu köz oldu düştü, dağıldı. Teke anımsadı. Ekimdi, kasımdı, yağmur vardı. -Biz o gün Pire Murat’ın kahvesinde yanık oynuyorduk kolejli bebelerle. Ulan normalde sürekli tokatladığım tipler o gün fena üttüler beni. O kadar üttüler ki hiç birimizde kuruş kalmadı. Gidip Pire’den borç aldım. Sonra da bizimkileri gönderdim; aldığım borcu da, ütüldüğümü görmesinler diye. Neyse…Onu da ütüldüm. Çocuklardan iki dal sigara aldım. Birini yaktım birini kulak arkası yaptım. Gece yarısı çıktım kahveden. Pire’nin yokuşu indiğimizde soldaki ilk aralık yok mu hani, çeşme olan. İşte orada kıstırdılar beni. -“Beni çağırmışsın Teke ” dedi Piç Sami. Yanında 4-5 kişi hemen…
Yorum Bırak“Eve girince çantasını hole fırlatıp şapkasını, pardösüsünü portmantoya asar asmaz soyunup duşa girdi. Canı bir şey yemek istemediğinden kahve demleyip çalışma masasına oturdu. Önünde beyaz sayfalar, elinde kurşunkalem düşündü durdu.” yazıp müsveddeye, kalemi bıraktı. Toparlandı, kütüphaneden çıktı. Sokakta hiç oyalanmadı. Eve girince evrak çantasını hole fırlatıp şapkasını, pardösüsünü portmantoya astı. Alelâcele soyunup duşunu aldı. İki lokma bir şeyler atıştırdı, atıştırmadı. Kahvesini demleyip Çalışma masasına… Berjerine… Çantasındaki müsveddelerden rastgele… Kütüphaneden bir kitap rastgele…
Yorum BırakŞimdi anlat…dedim, “Yediğin dayağın en yakışıklısı!” Ekimdi, kasımdı, yağmur vardı. Hangisini? Seni haşat edip on beş gün hastanede yatırdıklarını. Rakısından kallavi bir yudum alıp başladı: O malum okulla kavgalı olduğumuz zamanlardı. Biz onları Kadıköy’e sokmuyorduk, onlar bizi Beşiktaş’a. Serseri günlerdi. Nekâhat nedir kimse bilmiyordu. Aslında bir şey söyleyeyim mi balım, hiç kimse o zaman hiçbir şey bilmiyordu. Asıl olaydan bir hafta kadar önce Babi ile volta atarken Serasker’de bunlardan iki kişiye rastladık. Hemen bir arkadaki kuytuya çektik çocukları. Üç beş sorgu sual… Anladık ki bunlar ana kuzuları. Şaşkın ördek yavruları gibi atmışlar kendilerini bizim muhite. Dövdünüz mü çocukları? Dövdük ama…
Yorum Bırak