Çoban dar sokaklar arasından kıvrılarak bir tepeyi tırmandı. Kaldırıma oturmuş bir grup genç ellerinde kahverengi bira şişeleri, konuşmalarını kesip süzdüler. Selam verdi, selam aldı. Sorunsuz geçti yanlarından. Adam yerine konduklarını hissettiler herhalde. Üfürükçüye hocaya inanmazdı çoban. Henüz budistler, medyumlar, doğal hayat uzmanları köyüne ulaşmamıştı. Henüz islam yeterliydi köyde bu ihtiyaçları karşılamaya. Bu yüzden reenkarnasyon, parapsikoloji falan henüz bir fikri yoktu. Dokuz on yaşlarındaki halini hatırladı. Köyde bakkal duvarını, köyün tek bakkalının kerpiç duvarını delip bir gece içerde ne varsa çalmışlardı. İlçede meşhur bir hoca vardı. Hırsız kimse, mallar neredeyse şıp diye bilen ak sakallı yaşlı bir adam. Hoca iki çocuk…
Yorum BırakYazar: Koçak
Merhamet, o hep övülen. Vakti geldiğinde öldürme kararının önüne geçen. Merhamet iyi midir gerçekten? “Merhamet et”. Bir insan sana yalvardığında içinde sızlayan ne? Ve bilgelik, hayatı istediğimiz gibi algılama keyfiyeti. İşleri kafamızda yerli yerine oturtmanın adı. Sen kimsin ki merhamet gösteriyorsun, bilgece davranıyorsun. Sen kimsin ki binlerce olayı, hayatındaki milyarlarca anı yorumluyorsun? Ne hakla? Bütün düşünceler, bütün derin görüşler bir hakaret değil mi, hayatı hafife almak değil mi? Peygamberler gaddar olmak zorunda değil mi? Belki en zor olan kısmı. Merhametten ölmesine izin verilmemiş ve bilgelikle boğulmuş, doğamamış çocuklar taşıdı karnında Lale Hanım. Daha hasta yatağında kocası Rıfat beyin öldüğünü biliyordu.…
Yorum Bırakİstanbul’dan saat 18 sularında Ankara istikametinde kalkan Yakup Kadri Karaosmanoğlu hızlandırılmış treni Sakarya yakınında raydan çıktı. Ölü ve yaralı sayısının yüksek olmasından korkuluyor Bu son dakika haberiyle irkildik. Spikerin heyecanlı sesinden büyük bir kaza olduğunu anlayabiliyorduk başta. Sonra telefon konuşmaları, bağırışlar, çığlıklar, basın açıklamaları, kriz masası telefonları geldi. Kazanın üzerinden birkaç saat geçmemişti ki TCDD o bölgede hızlandırılmış trenlerin hızlanmadığını açıkladı. Sonra sabotaj iddiaları geldi. Sonra istifalar sorusuna başbakan haddinizi bilin gibi bir cevap verdi. 50 yıldır kazalar oluyordu. Dünya kurulduğundan beri cinayet de işlenirdi fakat, neyse asilenmeyin yaptı Tayyip. Olay mahalline helikopteriyle nasıl da süperman edasıyla ulaşıvermişti oysa. Mazlumun…
Yorum BırakNalan Hanım endişenin kırıştırdığı sert gözlerle Lale’yi süzdü. “Gel canım”. Ağlayan genç kadının koluna girdi. Üst kata çıktılar. Lale kendini tıpkı çocukluğunda olduğu gibi teyzesine teslim etti. Böcekle dolu bir odaya yeniden girmiyormuş gibi. Nalan Hanım sert bir sesle bağırdı: Çekilin. Yerdeki karaltı yatağa giden bir boşluk araladı. Lale kanamaya devam ediyordu. Yatağa bıraktığında titrediğini farketti yaşlı kadın, elini alnına bastırdı. Ateşi yükselmişti. İşaret parmağını tehdit eder gibi savurarak yerde duyargalarını yatağa çevirmiş hamam böceklerine çıkıştı: Sakın yaklaşmayın, ne hale getirmişsiniz kızcağızı. Banyodan soğuk su ve havlu getirdi. Gecenin bu saatinde yardım isteyebileceği hiç kimse yoktu. Lalenin alnına, boynuna, bileklerine…
Yorum Bırak1944 yılının yaz ayları açık mavi, duru bir gökyüzüyle geldi. Savaş bitmek üzereydi ve rüzgarın sakin, ılık esintisi umut çağının gelişini haber veriyordu. İnsan Gemlik’teki o eski köşkün serin bahçesinde akşam üzeri oturup limonatasını yudumlarken dünyanın böyle değişeceğini nasıl düşünebilirdi. Lale Hanım hayattaki tek akrabasının evine bir akşam üzeri vardı. Arka bahçeden gelen alaturka bir plak sesine yöneldi. Köhne yalının tenha taşlarında dolaştı. Teyzesi ak saçlı, uzun siyah tek parça bir elbise giymiş, üstüne beyaz dantel örtülü bir masanın başına oturmuştu. Nalan Hanım ellerinde tahta bavullar, karnı taşıdığı çocukların yüküyle şişmiş genç kadına baktı. Yıllar önce çocukken gördüğü yeğeni, hamileliğin…
Yorum BırakAç, yalnız ve kederli yürüdü yollarda. Köyüne geri dönmüyorsa kendine duyduğu saygıdan. Bir de büyük bir şehre girer girmez hayatı kontrol edemiyeceğin duygusunun verdiği keyifli umut vardı. Ayakları nereye götürürse… Kendinden gizlediği bir çöküş isteğiyle. En dibe varan artık neden korkar? En alttaysan kendin olmamak için bahanen kalır mı? Düşündü ki, sokakta yatan ve karnı aç olan ve tanıdığı tek bir allahın kulu olmayan bir adam bile uyum göstermeye çalışır diğerlerine, kısmen de olsa. En altta olmak için toprağa mı girmek lazım? Hiç bir şeye sahip olmayanın özgürlüğü… Ölüler özgür müdür? Alışkın adımlarla namaz vakti bir camiye… Tüm bahçesi beyaz…
Yorum BırakEy kısır gerçek Kasıklarından hayat suyu çekilmiş senin Hayaların kesilmiş, rahmin zehirli Soyun kurusun Gün yüzü görme Dost diye sarılanı sırtından bıçaklayan Aklımıza vurulmuş bir yüksün Nereye kadar taşır seni insan bir beygir gibi, Yorulmaz mı? Kibir ve kahır yükledin ruhlarımıza Kanat açıp uçmak istedik hep oysa Sonsuz mavi bir göğün en güzel kuşunu vurdun Kendinden başkasına tahammül edemeyen Öyle kıskançsın, bir başına kaldın Şüphe ve kararsızlık içinde kötürüm Sen gelince sesimiz kısılır, Bakışlarımız dalgın Ey gerçek, Senin karanlık yüzüne baktım Kuytularda saklanan bir korkaksın
Yorum BırakUzakta bir barda insanlığın en güzel duası için dönüyordu bir plak. Imagine. Tarihin en eski, en soylu dileği, kırılgan bir erkek ağzından gökyüzüne yükseliyordu. Çoban tepeden aşağı kendini bırakmış, dar ve karanlık sokaklar arasından şehir merkezine kendiliğinden iniyordu. Yalnızdı ve kendinden başka düş kuran yokmuş gibi karaydı insan suratları. Zenginler ve yoksullar hep ayrı mahallelerde yaşadı. Herhalde her ikisi de böyle daha rahat etti. Yollar genişledi. Sokak lambaları yanıyordu şimdi. Birbirine sarılmış kadın ve erkekler gördü. Ellerinde dondurma, şımarık oğlan çocukları. Yürüdü. Sokaklar aydınlandıkça neşelendi insan yüzleri, yumuşadı. Müzik çalındı kulağına. Biraz sonra döner ekmek kokusu. Kumpir üç milyon. Tam…
Yorum BırakKendini hiçbir yere ait hissetmeyen adam, nerede kayboldun? Hangi sevgilide, hangi köşe başında? Giz dediğin açtıkça sıradanlaşır, ne yazık. Küçük, ince bir dereyi takip etti çoban. Tarlalar geçti tek bir insana rastlamadan. Sonbaharda toprağın nemli, güzel kokusunu içine çekti. Bir kuytuda bitli uyuz bir ite denk geldi. Ölmek için kimsenin olmadığı bu ağaçlığı seçmiş gibiydi, ilişmedi. Gökyüzünden beyaz bulutlar akıp geçti. Güzel bir mavi, güzel bir beyaz. Suyun şırıltısını dinledi. Yalnızca akıyordu ve yumuşacık bir selam verip taşlara, ağaçlara; yolunu arıyordu. Mutluydu derecik, yalnızca akıyordu. Çok geçmeden evler kara sinekler gibi konmaya başladı kenarına. Bunlar köyden çok, keyif için bahçeli…
Yorum Bırak“Kırk yıl” dedi çoban. “Kırk yıl kırk kuşak koyun güttüm bu çayırda. Kırk yıl boyunca bir tanesi şu patikadan sapmadı, yolunu şaşırmadı. Ahıldan çayıra, çayırdan ahıla. İşte şu gördüğün benim ellerim. Hepsi ellerimde doğdu, aynı ellerle kendim kestim çoğunu, bu ellerle yüzdüm postunu. Bu sessiz, taze sabaha aldanma. Huzur bulmadım. Geçmedi elime hiçbir şey, yıldan yıla patikada ufalan taşlar ve gökte solmuş yorgun bir güneşten başka.” Kalktı ayağa ve gözleri çok uzakta korkunç bir manzaraya bakar gibi büyümüş, yutkundu. “Bir koyun gibi yaşayıp bir koyun gibi ölmek istemiyorum. Bu köyün kırkıncı çobanı olmak istemiyorum.” Ve yürüyüp gitti kendi kendini güden…
Yorum BırakGece boyunca çimlerin ıslaklığında parladı durdu koca bir ay. Gümüş bir pırıltının içinde ağaç dallarının çıtırtısını dinledik. Ateşin başında daha da büyüdü gözlerimiz. Korkunç ifadelere büründü. Başıyla uzaktaki köyü gösterdi: “Buğday başakları gibidirler, aynı rüzgarla dalgalanır, aynı yöne eğilirler. Vakti gelince tohumları toprağa düşer, vakti gelince kurur ölürler. Yavruları tıpkı buğday başakları gibidir. Tohumları toprağa düşer, sonra kurur ölürler. Yüzlerce yıl, binlerce yıl.” Kederli ve büyük bir ânın geldiğini hissettik, sustuk. Ayaz gecenin içine utangaç bir çocuk gibi sessiz ve yanakları kızarmış geldi sabah. Sabahı uyandırdık. Yüreklendirdik. Tozlu sarı bir köpeği vardı çobanın. Sanki bu köy kurulduğundan beri böyle oturuyordu.…
Yorum Bırakbak bir şehir dediğin tanıdığın on yüzden ibaret.
Yorum BırakBeni havaya atıp yakaladığını hatırlıyorum. Dalında kıkırdayan bir serçeydim. Ulu bir çınardın. Yenilmezdin sen. Dünyanın en güçlü erkeğiydin. Sen bir tanrıydın. Ne kadar da güçlüydün. Her şeyi biliyordun. Bir gün belki ben de senin kadar güçlü olacaktım. Bütün gün çalışırdın. Yine de akşamları iş dönüşünde dolaşmaya çıkardık. Saatlerce yürürdük. Yürürken masallar anlatırdın hep. Şehir sokakları macera dolardı. Hep sevdim yürümeyi. Uzun yürüyüşlerden keyif alabilmek erdemdir. Sen öğrettin. Karşılıksız aşkı da senden öğrendim ben. Sen anneme aşıktın. Oysa annemin senin gibi bir kaybedene aşık olması mümkün değildi. Zengin ve otoriter bir erkekti annemin beklediği; hep böyle düşünmüşümdür. Sen kötü şiirler yazan,…
Yorum BırakYukarıdan izlerim hepsini. Ne kadar güzeldir yüzleri. Bilmezler. Sokulurlar birbirlerine. Hepsi müziğe kaptırmaz kendini. Cepçiler vardır. Öndeki kızın kalçasına sürtünmeye çalışanlar. Erkek arkadaşının omuzuna koymuştur birisi kafasını. Yalnız bir adam kızın saçlarına dalıp gider. Uzun siyah saçlarına dokunmak ister. Tutar kendini. Bir erkeğin omzuna dağılmıştır saçları, kız tanımadığı bir aşkı düşler. Arkasında yalnız bir adam dalıp gider. Müzik yükselir, çarpar tenime. Nasıl sıcaktır solukları, nasıl dingin. Bilmezler. Herkes bilir nerede olduğumu. Kimse tanımaz. Hafife alırlar. Gündüz ve gece başımı bekleyen iki bekçim var. Odalarımdan biri bekçiye ayrılmıştır. Her sırrını bilirim bekçilerimin. Gündüz bekçisi ellisinde kır saçlı bir adam. Günde iki…
Yorum BırakErtesi sabah erkenden kalktı ve hemen heykelin yanına koştu. Ve bu ondan sonraki günler sürüp gitti. Kimi zaman onun güzel dudaklarını öperken ya da ince ellerini okşarken, ona sanki heykel nefes almaya başlıyormuş gibi geliyordu. Artık çalışırken şarkı söyleyemiyordu, hatta çalışamıyordu bile. Çünkü heykele öyle derin bir aşkla bağlanmıştı ki bütün zamanını onun önünde diz çökmüş, kendi yarattığı bu güzelliği hayran hayran seyrederek geçiriyordu. Heykeltraş Pigmalion, Yunan mitolojisi 70’lerde bir orta anadolu kasabasına nasıl olduysa sosyalist bir belediye başkanı seçilir. Belediye başkanının ilk icraatı kasabaya bir park yaptırıp, ortasına bir kadın heykeli diktirtmek olur. Zamanın sağcıları başkanın İstanbul’da bir metresi…
Yorum Bırak