– Bana bir şey söyle, kendimi affedebileyim. Bir mazeret, bir haksızlık, bir tuzak ya da… – İnanacak mısın peki? – Artık hayır… Kaçıyordum… Kaçmaya karar verme süreci çok bunalımlı olmuştu. Öyle ki, kaçmak zorunda olduğumu hissediş nedenimin önüne geçmişti bu karar. Kaçmalı mıydım, yoksa biraz daha beklemeli ve, denemek değil ama, belki şans eseri bir şeyin olmasını ummalı mıydım?Geceler boyu düşündüm. Düşündükçe daha da derinleşiyordu nedenim, yayılıyordu. Geçmişimi inceledim bir süre. Ummak konusunda umutsuz olduğuma karar verebildim sonunda ve bu ikincil ama en az asılı kadar etkili karmaşayı geride bırakabildim. Kararım kesindi artık: kaçıyordum!
Yorum BırakYazar: K. Sinan Küçük
buraya kadar olanlar… bir film izlersiniz, bir kesit. iki saat içinde olan biten “her şey” oyuncuların kimliklerini, kişiliklerini, geçmişlerini, geleceklerini anlamaya ve yargılamaya yeterliymiş gibi görünür. ve böyle düşündüğünüz anda hikâye amacına ulaşmıştır. yönetmen muzafferdir ve yeni savaşı için gereken gücü toplamıştır yeniden. oysa esas hikâye, perdenin tamamına yayılan “son”dan başlamaktadır. sondan başa… film bitmiştir artık! bundan sonra ne olacaktır? kahramanlar yalnızdır ve onların kimlikleri, kişilikleri, geçmişleri, gelecekleri ve kararları kimseyi ilgilendirmiyordur. kimseyi etkileme arzusu da kalmamıştır onlar için, özgürdürler istemeseler de. bilinci bulandırma çabaları hedefsiz kalmıştır. sanat da toplum da terk etmiştir hikâyeyi. işte esas hikâye o zaman başlar;…
Yorum Bıraksıkılmıştım… “yeni şeyler söylemek lazım”dı. “ne”den korkacaktım ki zaten? gelecekse, gelecekti. yazılacaksa, yazılacak… beklemiştim… öyle bir bekleyişti, bekliyor, demiştim. bekleniyordum… çıkageldim, hiç şaşırmadı, konuşmaya başladı, nerde kaldın, diyordu, geciktin. arkamı dönüp gittim. yine sustunuz, dedi biri sonra. yine susmuştuk… geri döndüğümde benim yerimde oturuyordu. orası benim, dedim. orası benim, dedi. orasını karıştırma, dedim, ne zaman geldin? ben hep buradaydım, dedi, sen kaçtığından beri. kaçmadım, dedim. gittin, dedi. gitmemi istemiştin, dedim. orası benim, dedi. sustuk… bana saati sordu. farkında değilim, dedim. baksana, dedi. saatim kolumda yoktu. saatimi sen aldın, dedim. evet, dedi, saatini ben aldım. ne zaman vereceksin, dedim, saatimi. döndüğümüz…
Yorum Bırakelbette birinciyiz aşkların arasında birinciyiz sevmede, tükenip tüketmede ansızın korkmalarda, kuşku tuzaklarında cesarette öncüyüz, aldatmada birinci defterin ilk sayfası, son satırı gibiyiz bir ekmeğin sessizce bölünüşü gibiyiz, zamana inat kalan bir kısa an gibiyiz öldürme bilinciyiz saklanmış cümlelerde yıkılan duvarların toz duman kederiyle bir şehrin uzaktan görünüşü gibiyiz
Yorum Bırakbir acemi zamandan devşirdim bu sabahı bana konan kuşlardan bak hiçbiri gitmedi sustuğum yerden başlıyor küstüğüm güz yağmuru belki yarım, belki uzak belki eskimiştir aşk güneşse güneştir hâlâ geceyle platonik yağmursa yağmurdur o, saklar, söylemez usançsa öfkeyse her neyse odur! bilmiştir, bilip öyle gelmiştir yine öyle yaşanır telaşlı sevgililer güvercinler yaşanır tedirgin çatılarda sözler yaşanır yine, güzler beklemez umutlar, uğultular yıllar sonra devşirme hiçbir şeye değmeyen sözler misali durdum oyalandım önceler içre hayır ben de anlamadım zamanı yönü söylemiştiler belki bütün sözlerimizi izin içinde bir iz gizin içinde bir giz aramak içinse zaman kalmadı artık zaman öyle iç içe bana…
Yorum Bırakyaprağın hasretiyle hüzünlenirken ağacın kederini de hissetmek gitmek… birçok şeyi düşünüp tartabiliyordum artık, arkasından bakabiliyordum. bir şeylerin arkasından bakabilmenin de bir çeşit hüzün getirdiğini o zaman öğrendim. bunu öğrendiğim anda da hüzünlendim. (hep hüzünlenecek bir şeyler keşfediyormuşum, bunu da, şimdi…) arkasından baktıklarımca öyle bakışlar yemiştim ki daha önce, hâlâ ürperiyordum sanırım. en azından, çekiniyordum; bir şey söylemeye, tartmaya, anlamaya… ama artık… (…diye başlayan bir cümlenin, sonunu herkes bilir…) sorularla yanıtları da baş başa bırakıp bazen, bıyık altından gülerek, oradan uzaklaşmak… ama bu kez ağaca da, yaprağa da, hüzne de ana avrat!… gitmek…
Yorum Bırak“sende bu mecnunluk hevesi varken, çölünü de kendin yaparsın gönül…” (anonim) yine uzaklara bakındığın bir günde, derinlerdeki bir telaş içinde, saklarken bir şeyleri ya da saklanırken bir şeylerden; bir kıvılcım, değil! bir ateş; değil! bir yangın mı yoksa? bir sağanak mı; değil! bir fırtına ya da, bir kavga; belki! uzaklara bakındığın bir günde… söylemeye sözün yetmez, söylenecek gibi değil… bir kavga demiştik ya, bir yenilmeme meselesi; işte başlamıştır artık, kendince bir tanımlamadan sonra, “korktuğun”, nihayet başına gelmiştir. umutla çıktığın yoldasındır işte! unutmamak için, yoldasındır. seni umutlandıran da yolun bilinmezliğidir. yalnızca yürümektir artık ilgilendiğin. seninledir yine, bilinmezliğin… aşkın haritası yoktur, o…
Yorum BırakGözlerimde yitik şehir kalıntıları Anladıysan affedersin ömrümü Zaman başka yalanlara akarken de dönüldü Anladıysan çağır beni, bul beni. Yenikti bir tarih gibi sözümüz, yenilikti Bir yanıyla saklıydı ve bir yanıyla sevgili Çoğu gider azı hepten kurtulurdu bilmesen Gözlerimdi yitik şehir, anladıysan affola. Yanılmıştım, saklanmıştım, anladıysan bilirsin Yeni değil tarih gibi önceliydi gittiğim Dönersem de seni bulmam, sen olurum belki de Dünlerin de dili yaban, hem şimdiye öfkeli Dünlerin de bildiği var Anladıysan söyleme.
Yorum Bırakanlatmaya kalksam, anlatacağım kişi de, anlatacağım şeye, anlatacağım şekilde dahil olacağı için; ve anlatacağım kişi bunu anlamak konusunda, ama öncelikle de kabullenmek konusunda zorluk çekeceği için; anlatacağım şey, hep anlatmaya çalıştığım ama hiç anlatamadığım, ya da hep anlattığım şeylerden anlaşılmayanların bir özeti, bir toplamı olduğu için; zaten, tam da anlatacağım kişi anlatacağım şeyi anlayamayacağı için anlatacak bir şeyim olduğu; anlatacağım şey benim olduğu kadar anlatacağım kişilerden de kaynaklandığı; ya da anlatacağım şey, anlattıkça var olduğu ve aslında tam olarak anlatmadığım için var olmaya devam edeceği; anlatacağım şeyi kendime bile doğru dürüst anlatamadığım halde her seferinde aynı şekilde yaşadığım için; anlatacağım…
Tek Yorumçuvallamanın resmiydi picassovâri öncelikler kaldı ardımızda, bit yenikleri verilmiş sözler mi gelmişti de gülmüştük sönerken ışıkları perdelerin sonralıklar yanmıştı kaldırım banklarında kaldırımlar bütün bir sonbahardan kalma usangaç ölüsüne dünyalar yağan ne bilsin ki çay bardağı kadınlar düşlenecek sessizliğin de sustuğu o saatlerde derin harfler düşülecek inceden inceye soğumuş rüyaların cinnetinden cayarak yine de susmamak gerek buna da şükür hem kısaca yukarıdayız bir şeylerden! yanımız yöremiz dışkünler yurdu yine “çağrılıyoruz”, yel alsın, ne yapardık? yine de içerdeyiz! o kadar ol-masak da belki de o yalandık…
Yorum BırakGözlerinizi saklamayın, hanfendi Saklayamıyorsunuz zaten Korkmayın biz bizeyiz, bozulmaz düzeniniz Tehlikeye gelemiyorsunuz, tamam O zaman nasıl aşka kalkışırsınız? Gözlerinizi, hanfendi, kaçırmasanız artık? Bakın işte korkmadan gülümsüyorum Adınızı söylemek üzreyim, korkmayın! Biz bizeyiz, dedim ya, bozulmaz düzeniniz Hanfendi, gözleriniz, gözleriniz hanfendi! Bir çiçeğin bakabilse bakacağı gibi ya, Gülebilse bir çiçeğin gülüşünü gülünüz Bakın belki ansızın sevmeye koşuyoruz Bozulmaz düzeniniz, biz bizeyiz, dedim ya Gözleriniz hanfendi, tehlikeli bir deniz Şimdiden ürkütüyor gitme ihtimaliniz…
Tek Yorumyangınlar çıkardı kış dallarından ateşini kendine saklardı mevsimin aşıkları özlenenler olurdu izlenen her gecede onsuzlarca geç kalınmış öykülerin arkasından bakılır küsülürdü bir şeylere karın yağdığı yollara yağardı sevgili nerde olduğunu bilmez, nerelerden gelirdi? bir masalın ardından susulan sesler gibi binbir anlama gebe, binbir geceye aşkla sondan başa doğru giden bir hayal kurulurdu uzaklara bakılır susulurdu bir şeylere anılarıyla oynayan çocuklar vardı, her seferinde kırıp, o ağlamaya yakın bilirlerdi karın yağdığı yollarda umutlar soğuk anılar unutulmaya daha yakın olurdu korkuyla beklenir, sonra yazılırdı bir şeylere ezberlenmiş sözlerle geçiştirilen aşklarda yalanlara, oyunlara hevesli havasında hiç olmazsa biri çıkıp söylenirdi dünyaya hiç olmazsa…
Yorum Bırakkorku değil sabırsızlık bilinç değil inanç gibi yürümek, tek kişilik bir ömür gibi yürümek, sere serpe düşünmek gibi karanlık mıdır esas yalnızlık mı? bir hikâye beklemez diğerini ansızın bitebilir bir sağanak geceyi nişan alan silah gibi! her unutuş bir ölümü başlatır yanlış yerde birikmek tüketir bir şeyleri doğruyu bilmekse kanatır kimi söylenince inanılmaz sorun değil “durun!” gibi…
Yorum Bırakişte böyle, “oyunlara” yabancı, yani en azından biraz daha saf, biraz daha sevgili biraz daha samimi ve acıyan… işte böyle, gözlerin de bir anlama geldiği yani, “geçerli” olduğu biraz da… işte böyle, aşkın yorgunluk içre sesleri olmadığı yani “böyle” olmayan bir şehirde bir vakitte bir izde buluşuruz seninle…
Yorum BırakI. güçlü olmaktır artık, belki de, suçlu olmak. “geniş zaman” yetmiştir, yaşamak gerekmiştir… hiçbir ses yaralayamaz yani, sesler uzaktır. öyleyse giyindiğimiz öfke yelekleri de anlamını yitirmiştir, ağırlıktır yalnızca, o ki, güç, sağırlıktır! sesler uzaktır öfke anlamsız. II. evren parçaları düşmüş gölgelerimize susturduğumuz rüzgarlar hep “bize inat” şimdi bir karanlığı indirmiş zaman yüreğimize gecikmiş yağmurların özgür kaldığı günde koşsa mıydık, kalıp koksa mıydık bir susuzluğun midesinde?… III. ne kadar öfke kaldıysa yolumuzda, ne kadar inat, ne kadar sancı, ne kadar hüzün; kendi payıma düşenleri, usulca toparlayıp yakıyorum. külleri koyup cebime, hesapsız tüten dumandan uzaklaşırken, buraların türküsünü* söylüyorum içimden. yani gidiyorum… siz…
Yorum Bırak