nasıl gittiklerini bile görmedim.
zilzurna sağırdım.
onlar da işte nasıl.
hani duymuyorlar felan değil haaaa..
nasıl da..
-ha? nasııl?
kim koydu lan bu çöpü buraya?
görmedim
adam çöpleri topluyordu.
yok yok getirmiyordu.
bildiğin çöpü götürmek için
torbaya yerleştiriyordu.
akacaklar var, şişeler, buruşturulmuş kağıtlar, bez parçaları.
demekki torbada yerleştiriyordu.
yüksek yoğunluklu polietilen 65×80 lik poşet kullanıyordu emekli coğrafya öğretmeni kemal bey. poşetin tabanına -ola ki- akarsa çöp suyunu emsin diye kullanılmış gazeteleri, eskimiş yer havlularını, lime lime olmuş bulaşık süngerlerini yerleştiriyordu. onların üzerine tabanda hacimsel yer açmak ve elastiki poşeti köşelendirmek için aşağıdan yukarı kırık tepsiyi, kalın işe yaramaz örgü dergilerini ve fast-food kutularını (kutuları kat yerlerinden açıp düz karton haline getirmeyi unutmuyordu). “arena” dediği bu alanın etrafına şişeleri, bitmiş sıvı yağ ve gazoz kutularını, teneke kutuları dizip sütunları oluşturuyordu. şişeler içine kullanılmaz kalemler, iki şişe arasında kalan boşluğa ise kırık oklava parçası, delinmiş duş hortumu gibi materyaller konup yerden kazanılıyordu elbet.
arenanın merkezine ise düz satıh haline getirilmesi mümkün olmayan boş margarin kutuları, salça kavanozlarını, kırılmış tabak parçalarını “boşluk” kısımları poşetin ağzına bakacak şekilde yerleştirip oluşturduğu parça parça “gayya kuyuları”nı yemek artıkları, çay demlikleri, bozulmuş yoğurt, salça gibi hiç bir şekil almayacak “artık”larla dolduruyordu. bunun üstüne ile rastgele kurumuş makarna, delinmiş çoraplar, poşet parçaları, buruşturulmuş kağıtlar, ayrı bir poşette rastgele istiflenmiş ve ağzı sıkı sıkıya bağlanmış banyo ve tuvalet çöpü malzemeleri konup bulamaçtaki kötü koku bir nebze hafiflesin diye ayrı yerde toplanmış izmariter ve şişelerde biriktirilmiş küller dökülüp poşet sıkı sıkıya bağlanıyordu.
“işte..”dedi, emekli coğrafya öğretmeni kemal bey poşetin başındaki sandalyelerden kalkarken. karısı mutfak kapısının önünde bizi izliyordu kaygılı.
gördüm.
handiyse nasıl?
“nasıl da illaki mutsuzluk peşindesin?
eee dedim, hani kırlangıçlar, deniz minareleri, yemekli vagonlar, iğdeler ya hani yazdım durdum ya..
hani?
hem beriden bağırıyorlar “n’olcak bu memleketin hali?
aynaya dönüp soruyorum “hani?”
körkütük sağır oluyorum. aynanın bana ne dediğini görmüyorum. eve geliyorum. çekmeceden 90×75’lik bir poşet çıkartıyorum. çöpleri toplamaya başlıyorum.
Yorumlar